5 Ağustos 2016 Cuma

KOĞUŞ - ARNO STROBEL

Koğuş

Öylesine boş, hatta bomboş bir günümde ofiste otururken can sıkıntısından pdf halini okuduğum bir kitaptan söz etmek istiyorum sizlere. "Koğuş" psikolojik gerilim türüne bir örnek olabilecek bu kitap bence biraz da olsa polisiye kategorisinde de yer alabilir. Alman yazınını pek takip etmemekle birlikte belki kitabın adından belki kapağından etkilenerek okumaya karar verdim.

Öncelikle belirtmeliyim ki temposu oldukça yüksek ve kurgusu iyi tasarlanmış bir kitap. Son sayfaya kadar kimin dost, kimin düşman olduğunu anlayamıyorsunuz. Ters köşeler çok fazla var. Hatta ana karakterden bile şüpheleniyorsunuz bir noktadan sonra.

Sibylle gözlerini açtığında loş ve karanlık bir hastane odasındadır. En azından yatak ve hastanın bağlandığı monitörler falan olduğundan o burayı bir hastane odası sanmaktadır. Başına ne geldiğini hatırlamayan Sibylle'in tek endişesi oğlu Lukas'dır. Çünkü hatırladığı tek gerçek anı dövmeli bir kol tarafından çocuğunun sökülerek yanından alındığıdır. Hastane denilen yerde bir şeylerin ters gittiğini anlayan Sibylle kaçmaya kalkışır ve başarmasına izin verirler.

Üzerinde hastane önlüğü ile kaçan Sibylle bir şekilde evine gider ancak kocasına bir türlü kendisi olduğunu kanıtlayamaz. Yalnızca karısının bileceği birçok kişisel soruya Sibylle cevap verse de kocası bir türlü ikna olmaz. Karısını polise teslim eder. Evet yani yanlış okumadınız. Bildiğiniz polisi çağırır ve karısını teslim eder. Aynı zamanda en yakın arkadaşı Elke'de ona inanmaz. Kimi nasıl ikna edeceğini bilemeyen zavallı Sibylee ne yapacağını bilemez haldeyken Rosie karşısına çıkar. Bu kızıl saçlı çılgın yaşlı kız beklemediği kadar yardım edecektir kendisine.

Ama bir yandan da Rosie'nin de bu dönen dolaplarda parmağı olduğunu söyleyen bir genç vardır. Zavallı kız kardeşinin de başına buna benzer bir kaza geldiğini, uyandığında hiç de var olmayan bir çocuğu delice aradığını ve ona senin asla çocuğun olmadı denildiğinde de hakaretler ederek kaçtığını anlatmıştır ona genç adam. Zavallı kız kardeşinin başına gelenleri çözmek için birlikte hareket etmeleri gerektiğini söylüyordu. Söyledikleri doğru muydu? Bu genç adama ne kadar güvenmesi gerekiyordu? Yoksa iyilik meleği sandığı Rosie gerçek bir şeytan mıydı?

Uyandığından beri çılgınca herkese sorduğu ve hakkında endişelendiği  Lukas adındaki çocuk gerçekten var mıdır? Yoksa bu onun hayalinde uydurduğu yıllardır özlemini çektiği çocuk mudur? Kocasının söylediğine göre yıllardır tedavi gördükleri halde çocukları olmamıştır. İşin garip yanı en yakın arkadaşı  Elke de bunu doğrulamaktadır.

Delirmiş olabilir miydi? Yoksa kendi kocası niye onu tanımamazlıktan geliyordu? Resimlerdeki bu kadın da kimdi? Bir dizi estetik ameliyat mı geçirmesi gerekmişti?

Biraz karmaşık ve dikkatinizi vererek okunması gereken bir kitap denilebilir. Yine karşımızda korkunç tıp dünyası ve çılgın profesörler var. Bir bilim insanı tam olarak ne kadar ileri gidebilir? Bir insanın hayatı ile oynamak bu kadar kolay mı? Bazen bunların dünyanın bir yerlerinde gerçekten yaşanabiliyor olduğunu düşünmek bile çok ürkütücü geliyor bana gerçekten.

Kısacası son derece akıcı, akıllıca kurgulanmış güzel bir kitap. Türünün sevenlerine önerilebilir. Sevmeyen okurlar için belki sıkıcı olabilir. Akıl jimnastiği yapmak için birebir diyebilirim.

Herkese Keyifli Okumalar...


2 Ağustos 2016 Salı

SENDEN SONRA BEN - JOJO MOYES


İlk kitabı çok geç okumuş ve derin pişmanlık duymuştum hatırlarsanız. Aynı hataya düşmek istemedim ve serinin ikinci kitabı olan "Senden Sonra Ben" adlı kitabı hemen okuma listeme aldım ve okudum. Bu kadar mı hayal kırıklığı olur? İlk kitapta tamamen Will karakteri tüm büyüyü yaratan kişiymiş.

Bu kadar mı eksik olunur? Okumaya başlamadan önce Will gibi bir karakterin yokluğunun olumsuz etkileri olabileceğini az çok kestiriyordum ancak bu derece büyük boşluk yaratacağını ben de düşünemedim. En azından yerini biraz olsun doldurabilecek yeni karakterler olacaktır diye düşünmüştüm. Tüm düşüncelerim yarım kaldı arkadaşlar ne yazık ki. Şunu belirtmem gerekiyor ki Will'in sadece adının geçtiği birkaç satır bile kitabın kalan sayfalarındaki boşluğu gözümüze sokar nitelikteydi.

Efendim kızımız Louisa olanca vasatlığı ile (ama mecazi falan değil kız cidden vasatın bile altında) sadece kendine bir daire almış. Bunun dışında Will'in ondan istediği hani hayallerinin peşinde koşma, modacı olmak, dünyayı gezmek, yapmadığın bir çok şeyi yapmak falan hak getire  öyle bir şey yok. Kızımız hak etmediğini düşündüğü dairede eşya almak lüzumu bile duymaksızın bir misafir gibi eğreti oturuyor ve hava limanında bir cafede garson olarak çalışıyor. Evet evet yanlış okumadınız. Garsonluk yapıyor kariyeri adına tek yaptığı bu. Üstelik ondan tuvaletleri bile temizlemesini isteyen kıl bir müdürü var. Hani nerede Will'in senden istediği yaşamın yakınında bile değilsin. Nasıl oluyor bu iş?  diye kitap boyu çemkiresim geldi.

Kısacası şunu anladım bir insanda kapasite yoksa eğer para pul da hikaye. Yaşamayı bilmiyorsa insan kimse onun için bir şey yapamaz. Daha önceleri en azından eğlenceli bir giyim  tarzı vardı. Şimdi o da yok. Yas nedeni ile öyle renkli kıyafetler tercih etmiyor. Yani bu kız bu kadar ezik olmak zorunda değildi. Biraz başarı gösterebilir, en azından bir moda okuluna gidebilirdi. 

Esas oğlan tanımına en yakın karekter bu kitapta Sam. Sam bir ambulunas görevlisi. Önceden orduda çalışıyormuş. Tıbbi kimliğine dair çok veri yok. Louisa ile zor bir zamanda tanışmalarından sonra yolları farklı yerlerde de kesişiyor. Sevgili falan oluyorlar ancak tabi ki son derece sıradan bir ilişki. 

Kitabın okuruna bir sürprizi var. Bozmamak için söylemeyeceğim ancak bu sürprizden ben hoşlandım mı? Hayır hoşlanmadım. Lou'nun yerinde olsam da yine hoşlanmazdım. İyi kalplilik her zaman tek başına yeterli değildir. 

Will'in babası Bay Traynor yeni evlendiği eşiyle yeni bir çocuk sahibi olma hevesinde. Bu biraz rahatsız etti beni açıkçası. Anne ise tamamen inzivaya çekilmiş tabir-i caiz ise hayattan kopmuş vaziyetteydi. Bu sürpriz özellikle Camilla Traynor'un toparlanmasına yol açtığından onlar için olumlu diyebilirim.

Lou'nun o katı dindar at gözlükleri ile hayata bakan annesinde müthiş bir değişim var. Kitapta her nedense bu bayağı ön plana çıkarılarak işlenmiş. Kadın ciddi ciddi kurslara gidiyor, ev işlerini kocasının da paylaşmasını falan istiyor. Resmen isyan bayrağını çekiyor. Lou'dan fazla gelişim gösteriyor yani.

Nathan New York'da yine çok zengin bir ailenin yanında çalışıyor ve tüm kitap boyunca Lou ile mesajlaşıyorlar. İrtibatları hiç kopmuyor. Ve tüm kitap boyunca Lou karakterinin bu hiç bir şey yapamayışlığına ilaveten kitabın sonunda yine bir çeşit bakıcı veya aileye yardımcı olarak çalışmak üzere NewYork'a gidiyor ya. Yuh demek istedim. Sonunu söylediğim için beni affedin ama gerçekten isyan ettim yahu.

Will'in hatırasına hürmetin bu kadar mıydı? Onun isteklerine verdiğin önem bu mu? Will senden böyle sersefil serseri bir yaşam tarzı benimsemeni mi istemişti? Kariyerin için, kendin için yapabileceğin maksimum şey yeni bir ailenin yanına yardımcı olarak gitmek mi?

Okumayın demiyorum. İlk kitabı okuduysanız bunu da okuyun. Ama çok yüksek bir beklenti içinde olmayın. Zira sonunu öyle bir bağlamış ki yazar mutlaka üçüncüyü yazacak orası kesin. Ama ben okur muyum işte onu bilemiyorum.

Herkese Keyifli Okumalar...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...