23 Ekim 2016 Pazar

AMERİKA - FRANZ KAFKA


Merhabalar bugün size bahsedeceğim roman modern klasiklerden biri ve Franz Kafka'nın kaleminden çıkan Amerika. Bu kitabı görür görmez okumak istedim bunun sebebi hem şahane basılan kitap ve gayet çekici olan kapak hem de artık tarz olarak biraz daha ciddi, biraz daha edebi ağırlığı olan şeyler okumak istememdi.

Kafka'nın evvelden Dönüşüm adlı kitabını okumuştum. Doğrusunu söylemek gerekirse sevmemiştim. Tabii belirtmem gerek bu eserin kötü olmasından değil. Birinci nedeni böcek fobimi tırmandıran ve beni okurken adeta kaşındıran böcek betimlemelerine sahip olması. İkinci olarak da mutsuz, olumsuz, karamsar şeyler okumayı çok çekici bulmamam.

Bu yüzden yazarla barışabilmek için Amerika'nın çok uygun bir eser olduğunu düşünmüştüm ve kitabı elime alıp okumaya başladığımda da yanılmadığımı anladım. İlk bir kaç sayfa sonrasında kitap beni tamamen ele geçirdi ve her yerde okumaya başladığımı fark ettim. Bu açıdan gayet sürükleyici bir anlatımı olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Kitap tam bir kapitalizm ve amerika eleştirisi. Oklarını acımadan savuruyor. Kabaca söylemek gerekirse kitabın ilk yarısında zenginliği ve ihtişamı asıl karakterimizle birlikte deneyimlerken ikinci yarısında çaresizliği ve sefaleti deneyimliyoruz. Düşüş o kadar ani ve çarpıcı oluyor ki inanın okurken resmen moralim bozuldu.

Esas karakterimizin bir hiç olarak geldiği ülkede zengin bir senatör olması "amerikan rüyası" ideasına vurgu yaparken öte yanda bir kaç dolar için her türlü işe karışabilecek ve sefalet içinde yaşayan binlerce kişi bu amerikan rüyasının adeta yüzüne tükürüyor.

Kitabı okumayı düşünenlere kesinlikle tavsiye ederim. Yalnız almadan evvel şunu bilmeniz gerekiyor ki kitabın yazılmış bir sonu yok. Ne yazık ki yarım kalmış bir eser. Bu sebeple alırken sonunda ne olacak merakıyla alabileceğiniz bir kitap değil bu. Daha çok okuduğunuz kadarının size bir şeyler katacağı hafızanızda yer edecek bir roman.

Herkese Keyifli Okumalar...

7 Ekim 2016 Cuma

RICK GRIMES / EFSANE TV KARATERLERİ #5


Merhabalar bugün efsane tv karakterleri serimize yeni bir isim daha ekleyeceğiz. Rick Grimes!
Daha evvel Gregoy House, Klaus Mikaelson, Damon Salvatore ve Dean Winchester gibi karakterleri anlatmıştım. Üzerilerine tıklayarak onları da okuyabilirsiniz. Bu sefer ki konuğumuz başlı başına bir efsane olan The Walking Dead'in ana karakteri, mihenk taşı.

İzlediğim bütün dizilerin bittiği ve yeni bir dizi arayışında olduğum oldukça sıkıntılı bir dönem yaşıyordum. The Walking Dead'in daha önce övüldüğünü bir çok kereler duymuştum ve bu diziye bir şans vermek istedim. Henüz ilk bölüm biter bitmez ne kadar da doğru bir karar verdiğimi fark ettim ve tek kelimeyle dizinin müptelası oldum. Eğer Resident Evil filmlerinden birini izleyip sevdiyseniz, eğer I am Legend filminden hoşlandıysanız, Brad Pitt'in World War Z filminin devamı bir an önce gelsin diye dua ediyorsanız The Walking Dead hiç şüphesiz dualarınızın cevabı olacaktır.

Şimdi dizinin ününden bahsettiğimiz yeter biraz da esas adamımız Rick Grimes'tan bahsedelim. Dünyada her şey olması gerektiği gibi giderken Rick Atlanta yakınlarındaki bir kasabada şeriftir. Bir gün rastgele bir polis işi sırasında vurulur ve aylar süren bir komaya girer. Bu sırada Rick komadayken bildiğimiz dünya paramparça olmaktadır. Rick uyandığında artık tamamen yabancı bir dünyadadır ve sahip olduğuna inandığı her şeyi kaybetmiştir. Ailesinden kimseyi yanında görememesi bile bir şeylerin ters gittiğini anlamasına yetmiştir. Başındaki çiçeklerin solmuş olmasından haftalardır onu kimsenin ziyarete gelmediğini anlar.

Yoğun bakımda tek başına uyanan Rick resmen sudan çıkmış balığa döner. Odasından çıktığı anda bütün hastanenin kanlarla kaplı ve terk edilmiş olduğunu görür. Her ne kadar korksa da Rick'i iyi bir şerif yapan özellikleri devreye girer ve Rick soğukkanlılığını korur. Hastane binasından çıktığında bütün bahçenin sayısız cesetle ve ceset torbasıyla dolu olduğunu görür. Hiçbir şeyden haberi olmayan biri olarak ailesini bulmak için tesadüfen bulduğu bir bisiklete atlar ve eve doğru yola koyulur. Ev dediği yerin terk edilmiş olduğunu bilmeden yıkık sokaklar arasında ilerlerken bir zombiyle karşılaşmaması büyük bir şanstır. Evine ulaştığında ailesini bulamaz ama onların hayatta olduğuna inanmak zorundadır.

Sonrasında altı sezondur ismen ve cismen hayatında kalacak Morgan'la karşılaşır. Morgan ona olup biten her şeyi özetler ve hayatta kalması için gereken bilgileri verir. Morgan karakterini diziye tekrar sokmak için altı sezon beklemeleri her ne kadar can sıkıcı olsa da aslında Morgan'ı bulduklarında hali pek parlak değildir. Tabii bu başka bir hikaye olduğu için ve spoiler vermek istemediğim için susuyorum. Buradan sonrası Rick'in ailesini bulmak için delicesine çabalamasından ibaret.Aslına bakarsanız bu bir türk dizisi olmadığı için her şey beklediğimin tamamen aksi yönünde gelişmişti. Rick karısına sonsuz bir aşkla, oğlunaysa sonsuz bir sevgiyle bağlı. Bunu yaşayanlar, ölüler veya zombiler değiştiremez.

Her ne kadar diziye olan övgülerimi Rick'in şahsında toplasamda dizi konusu ve karakterleriyle başlı başına bir efsane. Bu altı sezon boyunca izlediğimiz şey sadece zombiler ve Rick'in kahramanlıkları değildi. Bu hayatta kalma savaşını iliklerinize kadar hissettiğiniz yasasız, polissiz, düzensiz bir dünya. Bu sebeple yapılabilecekler ve yapılamayacaklar artık çok belirsiz hayatta kalmak için neredeyse her şey mübah. Bu ortamda insanlığını koruyabilme bile başlı başına bir irade savaşı.

Karakter olarak Rick'in yanında Daryl de efsane bir karakter. Tatar yayıyla ilk sezondan beri büyük işler başaran bir anti-kahraman. Normal dünyada Daryl selam vereceğiniz bir kimse bile değil ama orman kanunları işin içine girdiğinde güvenebileceğiniz belki de tek silah arkadaşı. Karakter değişimleri ve gelişimleri içinde belki de en enteresan olan hikaye Carol'ın hikayesidir. Carol kocasının baskısı ve şiddeti altında ezilmiş bir zavallıdan korkulacak birine dönüşmesinin hikayesi bile başlı başına izlemeye değer.

Bu yazıda Shane ismini geçirmezsem içim rahat etmeyecek ama ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Shane ve Rick'in hikayesi mükemmel bir dostluktu. Yaşanan olaylar, Lori ve diğer şeyleri düşününce Shane'in başına gelenleri hak ettiği çok aşikar ama yine de bu olayın Rick'in hayatında ve karaterinde yarattığı etki inanılmaz. Habil ve Kabil gibi hayatta kalanın her zaman suçlu olduğu bir hikaye bu. Etik algılarımızla baktığımızda Rick'in haklı olduğuna kendimizi inandırsak da Rick için yapmak zorunda kaldığı şey daimi bir vicdan azabı.

Bu altı sezon boyunca Rick ailesini buldu, korudu ve bir adamın yapması gereken her şeyi yaptı. Hayal edebileceğiniz daha iyi bir aile babası ya da daha iyi bir hayatta kalma ustası bulamazsınız. Stratejik zekası, bilgisi, cesareti ve gerektiğinde zor kararların sorumluluğunu gözünü kırpmadan alabilmesi Rick'i hayran olunacak biri yapıyor.

Yine de Rick'i efsanevi kılan şey çok güçlü, çok zeki ve katıksız bir lider olması değil. Rick'i efsanevi yapan ne olursa olsun her koşulda doğru olanı seçmesi. Zaten bir insanda bulunabilecek en değerli özellik budur. Rick herkesin hayal ettiği o her daim güvenilecek kişi, o varken bana bir şey olmaz dedirtecek güçlü bir kalkandır. Rick için insanlar ailesi olanlar ve ailesi olmayanlar olarak ikiye ayrılır. Ailesi kan bağıyla oluşmasa da onlar için dünyanın geri kalanını yok etmekten çekinmez.

Zombi saldırısı olsun veya olmasın Rick hepimiz için bir kahraman. Oğlunu, karısını ve sevdiklerini korumak için her seferinde canını ortaya koyması, gözü karalığı, iyi kalbi ve gerektiğinde gösterebildiği eşsiz zalimliğiyle Rick Grimes kıyamet sonrası dünyasında gerçek bir idol. Diziyi izlemeyen herkese şiddetle tavsiye ediyor hali hazırda izleyenlereyse sevgilerimi gönderiyorum...

   Herkese Keyifli Seyirler...


5 Ekim 2016 Çarşamba

SARAİ - J. A. REDMERSKI


Bugün sizlere "Sarai" adlı kitaptan söz edeceğim. Öncelikle söylemeliyim ki son derece akıcı ve yazım dili kolay anlaşılır. Bu sebep ile çok hızlı bir şekilde okudum ve bitirdim. Güzeldi diyebilirim. En azından iyi vakit geçirtti. Kitapta eksikliğini duyduğum tek şey duygu yoğunluğuydu. Bu kadar yüzeysel mi olunur?

Sarai henüz 14 yaşındayken Meksikalı bir uyuşturucu baronunun yanında yaşamaya annesi tarafından zorlanmıştır. Bir çiftlik evinde rehin hayatı yaşamaktadır. Şimdi tam da bu noktada nasıl anneler var? Nerede bu devlet falan diyesim geliyor. Aynı çiftlik evinde başka kızlar da rehin olarak tutulmaktadırlar. Muhtemel mafya olayları çerçevesinde insanlara istediklerini yaptırmak için kızlarını rehin alıyorlar. Çok detaya girilmemiş. Ama bu evde rehinelere her türlü şiddet, hakaret ve aşağılama yapılabiliyor. Özellikle de baronun kız kardeşi İzel tarafından. Ancak Sarai'nin diğer kızlardan bir farkı ve dokunulmazlığı var çünkü baronun gözdesi. Meksika'nın ücra köşesindeki çiftlikten kaçma şansı sıfırın altında. Ama umudunu hiç yitirmiyor. Her defasında bir şekilde nasıl kaçarım diye kafa yoruyor.

Günlerden bir gün bir Amerikalı eve geliyor ve işte bingo. Sarai'nin tam aradığı fırsat da diyebiliriz. Lydya ise Sarai'nin en yakın arkadaşı. Olan biteni kapı aralığından izliyorlar. Yabancı gözünü kırpmadan baronun adamlarından birini çat diye vurup indiriyor. Çok tehlikeli bir adam olduğu her halinden belli yani. Lydya Sarai'nin birlikte kaçma teklifini red ediyor ve orada kalıyor. Sarai ise çiftlikteki tüm adamları bir şekilde atlatarak yabancının arabasına biniyor.

Kitap tam da bu noktadan başlıyor zaten. Yabancı arabaya bindiği andan itibaren Sarai'nin varlığını farkediyor. Asi kızımız azılı kiralık katile beceriksizce silah falan doğrultarak hareket etmeye zorluyor. Bu kısımlarda bayağı bir eğlendim diyebilirim. Çünkü evet Victor azılı ve acımasız bir kiralık katil. Birlik için çalışıyor. Dokuz yaşında devşirilmiş ve özel eğitimlerden geçerek bu hale gelmiş. Sen kimsin de bu adama silah zoruyla bir şey yaptırabileceğini düşünüyorsun? 

Bir şekilde Vicor kıza yardım etmeye karar veriyor. Aslında tabi ki ilk amacı kıza yardım değil, kızı kullanmak. Yolda birkaç yerde baronun adamları tarafından kıstırılıyorlar. Fakat şunu söylemeden geçemeyeceğim Sarai ağır bir salak.  Bin kere tembih etse de Victor'un söylediklerini yapmıyor kız.

Kitapta çoğu bölüm Sarai'nin ağzından yazılmış. Victor'un anlattığı bölümleri çok az buldum. Keşke sırayla anlatsalardı daha makbule geçerdi. Sarai'de zaten yıllardır tutsak kaldığı dönemden oluşan psikolojik bir bozukluk mevcut. Bence kitaptaki en büyük eksiklik duygu yoksunluğu idi. Hissedemedim arkadaşlar. İki insan arasındaki duyguyu, sevgiyi, aşkı yani yaşadıkları her ne ise hissedemedim. Hissettiğim tek gerçek duygu aslında Niklas'ın kardeşini koruma dürtüsüydü. Evet Niklas ve Victor kardeşler ve ikisi de birlik için çalışıyorlar. Sarai Victor'un tüm prensiplerini alt üst etmesine neden oluyor. Niklas durumun farkında ve engel olmaya kendince çalışıyor. 

Kızımız onca yıl süren tutsaklıktan sonra ne yapacağını bilemez halde. Kelimenin tam manasıyla şaşırmış. Para kısmı Victor tarafından çözülse de ne yapacağını bilmiyor. Bu nedenle sanırım kiralık katil olmak istiyor. Tabi ki Victor buna çok sıcak bakmıyor ama ne olup bittiğini biraz anlaması için onu bir göreve kendisi ile birlikte katılması için davet ediyor. Evet sadece istersen gelebilirsin diyor. Ama ölüm riski var diye uyarıyor. Sarai evet diyor. Görevde çok şeyler yaşanıyor ve ikisi inanılmaz yakınlaşıyorlar. Bu kısmı okuması keyifliydi.

Finalde Victor çok ama çok tatlıydı. Sarai'ye sunabileceği her şeyi sunuyor ve mutlu olmasını istiyor. Ancak kızımız yine söz dinlemeyecek gibi. Yazar ikinci kitabın sinyallerini vermiş ve zaten seri olacağını bildiğimiz için hiç de şaşırmıyoruz. Enteresan bir kitap, değişik bir şeyler okumak isteyenlere öneririm. 

Herkese Keyifli Okumalar...

4 Ekim 2016 Salı

ÖLÜM ADASI - JOHN DIXON


Bugün sizlere benim için biraz da ilginç bir deneyim olan kitaptan söz etmek istiyorum. Normal şartlarda çok fazla şiddet içeren yayınları tercih etmem. Fakat bu kitap bir istisna oldu. Kapak tasarımı ve basımı zaten her zaman ki gibi mükemmeldi. Ee o zaman içerikten bahsedelim?

Efendim kitabımızın ismi "ÖLÜM ADASI". Kitabın yazarı John Dixon bir ortaokul öğretmeni, gençlik hizmetleri görevlisi ve aynı zamanda hapishane eğitmeniymiş. Eski bir boksör olduğunu da düşündüğümüzde kitabın içeriğiyle, mesleki olarak da  son derece örtüştüğünü zaten görebiliyoruz. Yani mesleki tecrübeleri ile hayalgücünü biraz harmanlamış gibi geldi bana. Yazım dili sade ve kolay anlaşılır.  Kitabın adından da anlaşılacağı gibi  suça bulaşmış kimsesiz yetimleri  bir adaya gönderiyorlar ve ıslah edilme bahanesi ile olmadık şeyler yaşatıyorlar. Türü konusunda biraz kararsız kaldım açıkçası. Bence macera ve bilimkurgu denilebilir. 

Carl Freeman kendini Robin Hood zanneden,  masumların koruyucusu olduğunu düşünen ve aynı zamanda boks şampiyonu, 16 yaşında bir çocuktur. Şimdi böyle söyleyince kulağa hoş geliyor olabilir ama neticede bu kadar şiddet eğilimli olması, öfke kontrol sorunu olması da gerçekten çok kötü. Anne ve babasını kaybettikten sonra koruyucu ailelerin yanında yaşamını sürdüren Carl sürekli başını belaya sokmaktadır. Öyle ki sırf küçük bir çocuk ile dalga geçtiler diye bir grup diğer  çocuğu döverek (ciddi bir dayaktan söz ediyorum çenelerinin kırılması falan) hakimin karşısına çıkması ile başlıyor kitap. Mahkeme sonucunda  Carl hakkında Feniks Adası'na gitme ve 18 yaşına kadar orada kalma cezası veriliyor. 

Bundan sonrası ise bir grup çocuğun adaya nakli ve sonrasında yaşananlar ile ilgili. Adada internet, telefon vs. gibi iletişim araçları yok bu arada. Görüş günü falan da yok. Dış dünya ile hiçbir bağ kurulmasına izin de yok. Getirilen  çocuk grubunun içinde her tür var. Yani katil, hırsız, çete mensubu, hatta çetenin tamamı ancak tek ortak özellikleri yetim olmaları. Zaten bu noktadan sonra adada tüm çavuşlar onlara "yetimler" diye hitap ediyor.  "Çavuşlar" kelimesinden de anlaşılacağı üzere adada tam bir askeri düzen ve disiplin hakim. Aslında buralar biraz klasik olmuş da denilebilir. Hani hep askeri hapishanelerde mahkumlara kötü ve katı davranırlar ya. Yok elli şnav çek, yok yüz mekik çek, on tur koş vs. gibi.  Aslında üzüldüğüm tek nokta çocuk yani Carl gerçekten adam olacağını falan düşünerek geldi o adaya. Yani geleceğini kurtaracağına, adanın ona iyi geleceğine olan inancı içimi acıttı.

Spoilere girmek istemediğim için biraz zorlanıyorum açıkçası. Ancak adada bir de kızlar grubu var. Ve tabi ki bu kızlardan birine yani Octavia'ya abayı yakan Carl bu kız için neleri feda edebilir? Hep birlikte öğreniyoruz. 

Şunu belirtmek isterim ki hiç ara vermeden okudum. Yani bir buçuk günde falan bitirdim kitabı. Kesinlikle akıcı ve durağanlaşma yok, hikayenin temposu hiç düşmüyor. Kolay çok kolay okuyabileceğiniz bir kitap.  Sadece içinde yer alan boks terimleri biraz fazla geldi bana. Yazarın eski boksör olmasına bağlıyorum bu durumu. Bazı bölümleri okurken tüylerim gerçekten diken diken oldu. Özellikle genç ve erişkin erkek okurlar için son derece tavsiye ederim. Hiç düşmeyen tempoda bir aksiyon ve macera başlıyor. Carl ile kendinizi özdeşleştiriyorsunuz. Yani ben bile kadın kadın okurken bayağı kaptırmışım kendimi. Şunu belirtmeliyim ki asla Octavia ile özdeşleşme yaşamadım okurken kendi içimde. 

Kitabımızın sonu biraz ters köşe yapıyor. Benim biraz içim burkuldu ama doğru olan son buydu. Böylesi gelişmeler yaşandıktan sonra farklı bitmesi zaten düşünülemezdi. Ayrıca bir kapı da açık bırakılmış bence. Yazar ikinci kitabı yazarak bir seri oluşturma fikrinde olabilir gibi geldi bana. 

Değişik bir deneyim yaşamak isteyen kadın okurlar ve yukarıda da belirttiğim gibi özellikle erkek okurlar için son derece tavsiye ediyorum. Özellikle okuma alışkanlığı edinememiş genç erkeklerin ilgilerini çekerek okumaya teşvik edecek bir yazın olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Eğer 17-18 yaşlarında okumayı sevmeyen bir oğlunuz, yeğeniniz vs. varsa düşünmeden hediye etmeniz gereken bir kitap.

Herkese Keyifli Okumalar...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...