16 Aralık 2016 Cuma

KUMANDANIN AŞIĞI - PAM JENOFF


Peşinen söylüyorum ki bu bir övgü yazısıdır. Muhteşem bir kitabın son sayfasını az önce okumuş bulunmaktayım. Siz hiç bir kitabı hem elinizden bırakamazken, diğer yandan da hiç  bitmesin diye kitabın kapağını kapatıp göğsünüze yaslayarak okumaya ara verdiğiniz oldu mu? İşte bu böyle bir kitap. Başlangıçta bu kadar hoşuma gideceğini düşünmemiştim. Aslında sıkıcı bile bulabilirim diyordum kendi kendime.  Ama hiç de düşündüğüm gibi olmadı. Yani neymiş? Ön yargılı olmamalıymış insan..

Efendim hele ki Piyanist isimli sinema filmini yeni izlemişken bu trajediyi kalbim kaldırmaz diyordum ama hiç de öyle çıkmadı. Bildiğiniz aşk romanı yani. Ama yine de tabi bazı detaylar var ki tüyleriniz diken diken oluyor. Zaten olayın kendisi tüyleri diken diken eden cinsten. Kimse yanlış anlamasın ne Yahudilere sempatim var ne de Almanlara. Sorun şu ki insan olan, insan olana böyle davranamaz. Hemen ilgimi çeken bir başka konu şuydu. Piyanist filmini izledikten sonra çok sinirlenmiştim Yahudilere. Hiç direniş göstermiyorlardı çünkü. Ancak kitapta bayağı bir direniş ve örgütlenme söz konusu. Olayın aslını merak ettim cidden.

Emma genç bir yahudi kızımız. Polonya'da yaşıyor ve yeni evli. Tüm bunların üzerine  bum savaş başlıyor. Alman işgal birlikleri şehre geliyorlar. Kocasının ilk işi direniş güçlerine katılarak karısını terk etmek oluyor. Evet gerçekten öyle karısından ailesinin yanına gitmesini isteyen Jacob direniş güçlerine katılmak için Emma ile vedalaşarak ayrılıyor. Hatta evlilik belgelerini de yakmasını istiyor. Anne ve babasının yanına giden Emma evlerini bomboş buluyor. Yukarıdaki komşulardan onların getto da olduğunu öğreniyor ve kuzu kuzu gettoya giderek kaydını yaptırıyor. Şimdi tam bu kısımda ben diyorum ki ölsem de kendi ayağımla gettoya gitmem arkadaş. Yani tamam çok uzun süre orada kalmıyor ama neticede kalabilirdi. Örgüt yardımcı olmasa eğer toplama kamplarından birine bile gönderilebilirdi. Böyle kuzu kuzu teslim olma kafasını anlayamıyorum. Sanırım biz Türkler biraz çılgınız bu konuda.

Örgütün yani kocasının yardımı ile Emma çok uzun süre getto da yaşamıyor, acilen dışarı çıkarılıyor. Nasıl mı?  Sahte kimlik düzenleyerek, kocası Jacob'un yengesinin evine yerleşmesine yardım ederler. Yenge Hristiyan olan bir kadın olduğundan Naziler ile bir alıp veremediği yoktur tabi. Ünlü bir Yahudi  müzisyenin dul eşi olan Krysia toplumun ileri gelenlerindendir. Ancak bir yandan da direnişe destek vermektedir. Sadece insan olarak olanlara tahammül edemediği için. Kocaman bir köşk gibi olan evinde de çeşitli üst düzey konukları ağırlayarak davetler vermektedir. Anne ve babası ölmüş ve yanına yerleşmiş olan yeğenini de takdim için elbette bir davet vermesi gerekmektedir. Tabi ki Emma artık yoktur. Onun yerinde Anna Lipowski adında Hristiyan Polonya'lı bir kadın tüm konuklara takdim edilir.

Georg Richwalder yani nam-ı diğer "Herr Kumandan"... İri yarı, son derece yakışıklı ve güçlü ayrıca mavi gözlü  bir Nazi subayı. Yeğenini takdim etmek içien bir davet vererek şehrin ileri gelenlerini evinde ağırlayan Krysia'nın akşam yemeğinde tanışır çiftimiz. İlk karşılaşma anında itibaren müthiş bir etkileşim, inanılmaz bir çekim başlar aralarında. Ancak savaş acımasızdır ve kişileri de acımasız hale getirmiştir. 

Aynı akşam Herr Kumandan, Anna'ya bir iş teklifinde bulunur. Kendisinin özel sekreteri olmasını ister. Önce şiddetle teklifi reddeden Anna  Krysia'nın da etkisiyle iş teklifini kabul eder. Tabi ki dehşet verici bir durumdur bu. Düşünsenize bir yahudi  Nazi üssünde görevli. Tanrım bunun sonuçları çok ama çok ağır olabilir. Ama her şeyi göze almıştır Emma.  Sonra olaylar ve yakınlaşmalar giderek artar. 

Daha fazla anlatarak spoilere girmeyeceğim. Bu kadarını zaten kitabın arka kapağında da bulabilirsiniz. Burada mutlaka şunu belirmeliyim ki son derece güzel bir kitap. Öyle vıcık vıcık bir aşk romanı da değil Sadece savaştan da söz ederek canınızı da sıkmıyor. Gerçekten dozunda ve kararında verilmiş tüm duygular kitabın içinde. 

Siz özgürlüğünüz uğruna bir düşmanın koynuna girer misiniz? Girerseniz de bundan zevk alır mısınız? Eğer zevk alıyorsanız ne hissedersiniz? Kocanız dağlarda direnirken siz düşman generalinin sıcak yatağında nasıl rahat uyuyabilirsiniz? Peki ya adamın evinde gizli belgeleri ararken neler hissedersiniz? Ya yakalanırsanız? Neler yapardı o seviştiğiniz adam size?  En kötüsü de bir şeyler hissettiğiniz adam sizin Yahudi olduğunuzu anladığında, ya bir anda  acımasız bir Nazi subayına dönüşürse?

Bütün bu sorular beyninizi kemiriyor. Gerçekten empati kurarak okursanız daha da vurucu hale geliyor. Yazar son derece sade anlaşılır ve akıcı bir dil kullanmış. Sıkmıyor ve bunaltmıyor. Herkese tavsiye ediyorum. Mutlak surette okuyun ve okutun...

Herkese Keyifli Okumalar...


 

3 Aralık 2016 Cumartesi

BURADAYIM - CLELIE AVIT


İlginç olduğunu düşündüğüm ve bu nedenle okuma listemde üst sıralara yerleştirdiğim bir kitaptan söz edeceğiz bugün arkadaşlar. Kitabımızın adı "Buradayım" ve gerçekten orada olduğunu ifade edemeyen bir insanın çaresizliğini hissediyorsunuz.

Komadaki hastalar ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Sizce etraflarında olup bitenden haberleri var mı? Duyabiliyorlar mı acaba? Düşünebilirler mi? Durum değerlendirmesi yapabilirler mi? Bu soruların yanıtını hiç düşünmemiştim kitabı okumadan önce. Ama eğer koma gerçekten kitapta işlendiği gibi bir durumsa inanın arkadaşlar tek kelime ile berbat bir şey...

Elsa ailesinin tüm karşı çıkmalarına rağmen dağcılık tutkusundan vazgeçmemiştir. Ve bir gün bir tırmanış esnasında tam da ailesinin korktuğu şey olur ve Elsa bir buzulun tepesinden aşağı düşer. Kurtarılır kurtarılmasına ama bilinci kapalıdır. Vücudundaki kırıklar yaralar şunlar bunlar tedavi edilir ancak Elsa bir türlü uyanmamaktadır. Doktorların da ümidi kalmamıştır artık Elsa'nın uyanacağına dair.

Thibault ise bambaşka bir nedenden ötürü hastanededir. Kardeşi alkollü bir şekilde araba kullandığı için iki lise öğrencisinin ölümüne neden olmuş ve kendisini de hastanelik eden bir kaza geçirmiştir. Thibault annesini ilk başlarda her gün sonra haftada birkaç gün hastaneye getirmekle yükümlüdür. Kendisi bu süreçte kardeşinin odasına bile girmemiştir. Annesinin tüm ısrarlarına karşın kardeşini bir türlü affedememektedir. Böyle sorumsuz bir davranış sergileyen kişi onun kardeşi olamaz kafasını yaşamaktadır. Şimdi değerli arkadaşlar şunu belirtmekte fayda var, kitap boyunca Thibault armut suyu içti. Evet yanlış okumadınız alkol ile ilgili ciddi takıntılı bir reddediş yaşıyor bence. Kardeşini de sırf bu yüzden hastalıklı bir şekilde reddediyor bence. 

Bir gün yine bu hastane ziyaretleri sırasında yanlışlıkla Elsa'nın odasına girer Thibault. Önce anlayamaz durumu ve hasta uyanmadan çıkmalıyım diye düşünürken. Elsa'dan etkilenir ve dosyasına bir göz atmaya karar verir. Ve gördükleri karşısında şoka girer. Elsa haftalardır hatta aylardır uyumaktadır. Sonra orada uyur kalır. Evet yanlış okumadınız hastanın odasında uyuyakalır ve Elsa'nın arkadaşları tarafından yakalanır. Bayağı ilginç diyaloglar var bu aşamalada. Tabi bir yandan Elsa'nın bakış açısı ile anlatılıyor olaylar. Anlatıcı bir bölüm Elsa diğer bölüm Thibault olarak planlanmış yazar tarafından.

Sonrasında ise bu bir ritüel halini alır bu ziyaretler ve Thibault için sürekli ziyaretler başlar. Hatta Elsa'yı yatağın yanına kaydırıp yanında uyumalar falan yani o derece. Bu kısım biraz rahatsız etti beni çünkü etik değil. Hiçbir şekilde seçme şansı olmayan, tercih hakkı olmayan, istemiyorum diyemeyecek,  komadaki bir hastanın ne hakla yanında yatılabilir mi? Hatta dokunulabilir mi her isteyen? Daha da ileri gidip öpülebilir mi? Yani hastane yönetiminin buna izin vermemesi gerekmez miydi? Biraz  bu etik değerleri, insan haklarını falan sorgulamama da neden oldu kitap açıkçası.

Efendim kitabın sonuna gelecek olursak biraz sanki okurun hayalgücüne bırakılmış diyebilirim. En azından ben öyle algıladım. Yani net davranmamış yazar çok yuvarlamış ve ucunu açık bırakmış. Finaller içinde en sevdiğim şekil diyemem bunun için. Ben netlikten yana olan bir okurum. Hikaye genel olarak bana Mark Levy'nin 'Keşke Gerçek Olsa' adlı kitabını hatırlattığından olsa gerek, yazar bu kitaptan biraz ilham almış gibi geldi bana. Uzun sözün kısası ilginç bir kitaptı. İlginç insan davranış şekillerine örnekler de vardı. Meraklısına tavsiye ederim. Merakla okuyorsunuz ve değişik bir zaman geçiriyorsunuz.

Herkese Keyifli Okumalar...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...