21 Eylül 2018 Cuma

KÜRK MANTOLU MADONNA - SABAHATTİN ALİ


Kitabın Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan son baskısını okumuş bulunmaktayım. Ancak şunu belirtmeliyim ki orjinal metin ile oynanmadan, yani dilde hiçbir sadeleşmeye yer vermeden basıldığı söyleniyor ve buna ben de katılıyorum. Günlük yaşantımda eski tarz Arapça veya Farsça kökenli bazı kelimeleri kullanmayı çok da sevdiğim halde bazen ben bile okurken zorlandım diyebilirim. Bazı kelimeler sayfa altında anlamları belirtilirken bazılarına yer verilmemiş. Bir kaç kez sözlüğe göz atmamı gerektirecek kadar ağır bir dille yazılmış. Bu durum genç okurların işini biraz güçleştirse bile dimağlarda çok hoş bir tat bıraktığını söylemeden geçemeyeceğim. Edebiyat denizinin derinliklerinde kendinizi kaybederek okuyacağınız çok lezzetli eserlerden bir tanesi.

Şunu açık bir şekilde ifade etmeliyim ki normal şartlarda 300-500 sayfa ve üzeri modern roman tarzı kitapları bir gecede okuyan ben, burada 164 sayfadan oluşan bu kitabı 3 günde bitirebildim. Çünkü sindirilerek okunması icap eden bir eser. Yani birkaç sayfa okuduktan sonra üzerine düşünüyor, kendinizden mutlaka bir şeyler buluyorsunuz. Kitabın önsözünde de belirtildiği gibi kitap uzun hikaye tarzında aslında. Konu itibariyle benim bakış açımla kitap psikolojik/felsefi diye kategorize edebilirim.

Kitabımızın isimsiz bir anlatıcısı var. Bankadaki küçük memuriyetinden alındıktan sonra işsiz kalarak eski okul arkadaşına rastlaması sonucu yeni bir iş edinmesi ve bu iş yerindeki oda arkadaşı olan Raif Efendiyle tanışmasıyla kitabımız başlıyor. Şimdi ilk 60 sayfa anlatıcımızın bakış açısıyla hayat ve insanlar hakkındaki tespitlerle  geçmekte. Bu tespitler aslına bakarsanız o kadar yerinde ki bazen ben bile hayret ederek farkına vardım. Çünkü günlük hayatta fark etmeden o kadar yazılan ile aynı davranışlar içindeymişiz ki... Okuduklarım beni son derece şaşırttı ve farkına varmamı sağladı. İnsanlar ile ilgili nasıl da önyargılıyız, onları nasıl hemen kafamızda bir kalıba sokuyoruz ve nasıl da acımasızca niteliyoruz diye düşünmekten kendimi alamadım. Etrafımızda ne kadar da çok Raif Efendiler var ve belki biz nasıl da o Raif Efendi'lerden biriyiz kim bilir? 

İçeriğine çok fazla girmeden anlatmaya ve nacizane yorumlamaya çalışacağım. Kitap üzerine çok fazla yazılıp çizilip, popüler hale geldi biliyorum ama yine de burada içerikten bahsetmek yazara yapılabilecek büyük bir ayıpmış gibi geliyor bana. Anlatıcımız eski okul arkadaşının kendisi için bir iş icat etmesi sonucu artık bir iş sahibidir. Kendisine şirket için Almanca tercümanlık görevi yapan Raif Efendi'nin odasına bir masa konularak hadi geç işinin başına denmiştir. Raif Efendi ise son derece silik bir tip olup, günümüzdeki kelime anlamıyla tam bir eziktir. O günkü koşullarda herkese "Bey" diye hitap edilirken kendisini hala "Efendi" diye çağırır herkes ve bu anlatıcımıza göre ona saygı duyulmamasının bir işaretidir. Hiçbir konuda hakkını savunmaz Raif Efendi; örneğin çok önemli bir iş yaptığı halde maaşına zam yapılmaz. Yeni gelen memurlar bile daha yüksek ücret alırken onun maaşı hiç artmaz ve o bunu hiç sorgulamaz. Raif Efendi sadece kendini dış dünyaya tamamen kapatmış, insanların artık onu anlamalarının mümkün olmadığına kanaat getirmiş, lütfedip diğer insanlarla uğraşmayacak kadar bıkkındır. Tabi insanların bunu anlamasına olanak yoktur. Ta ki kara kaplı defter açılıncaya kadar...

Raif Efendi sürekli hastalanmaktadır. Kış sürecinde bu hastalıklar sık sık tekrar etmektedir. Yapılacak tercümeler de kendisine bir görevli tarafından evde yapılmak üzere getirilmektedir. İşte anlatıcımız bir gün böyle hastalanmalardan birinde geçmiş olsun demek için tercümeleri kendisi getirmiştir.  Gel zaman git zaman bu iki zat arasında adı konulamayan bir arkadaşlık hasıl olmuştur. Günlerden bir gün Raif Efendi çok hastalanmıştır. Eve doktor gelip gitmekte ve durumun ciddi olduğunu söylemektedir. Raif Efendi anlatıcıdan masasındaki eşyaları eve getirmesini rica eder. İşte kara kaplı defter de böyle gün ışığına çıkacaktır. Sobaya atılarak yakmasını istediği kara kaplı defteri okuması için anlatıcıya izin verecek, hiç değilse şu dünyada bir ruhun daha onu tanımasına fırsat verecektir. Anlatıcı nezdinde tabi ki bizler de gerçek Raif Efendi'yi tanıyacak ve belki de vay be diyeceğiz...

Kitap aslında tam da buradan sonra başlıyor arkadaşlar. Şimdi kısa ve net bir şekilde söylemek gerekirse hikaye hastalıklı bir aşkı konu alıyor. Tam manasıyla her iki insanın da psikolojik bazı sorunları olduğu kanısındayım. Günümüzde olsa bu belki tedavi edilebilirdi ama o gün için tabi ki mümkün değildi. İki kişi arasında gelişen bu hastalıklı sevgi okura çok güzel anlatılmış. Adeta yazar beynimize bunu nakşediyor diyebiliriz. Maria Puder karakteri burada karşımıza esas kız olarak  çıkıyor. Karakterin detayına kesinlikle girmeyeceğim çünkü çok derin ve bunu anlatmaya kalkışırsam yorum bitmez. Yalnız şunu söyleyebilirim onun da Raif Efendi'den hiç de aşağı kalmayan tuhaflıkları ve takıntıları var. İki insan arasında yaşanan bu tuhaf ve marazi aşk kalplerde biraz hüzün bırakıyor. 

Her zaman şunu merak etmişimdir; Eski dönemlerde cep telefonu icat olmuş olsaydı. Böyle büyük aşklar veya büyük hayal kırıklıkları yaşanır mıydı? İletişim kopukluğu ve insanların birbirlerinden sır saklama eğilimi büyük aşk ve hazin sonların yaratıcısı olabilir mi? Her neyse efendim bu konu tek başına başka bir yazı konusu olabilir. Diyeceğim şudur ki; Kesinlikle okumanızı tavsiye ediyorum. Kendi iç dünyanızı zenginleştirmek için, insanlara bakış açınızı tekrar gözden geçirmeniz için, gönül gözünüzün biraz daha açılması için şahane bir eser olduğunu tekrar belirterek, büyük üstat Sabahattin Ali beyefendiye de en içten saygılarımızı sunarak yorumu bitirelim. 

Beni etkileyen bazı bölümler;

"Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!.."

"Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahlûku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçındığımız hâlde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?"


"Maria Puder bana bir ruhum bulunduğunu öğretmişti ve ben de onun, şimdiye kadar rastladığım insanlar arasında ilk defa olarak, bir ruhu bulunduğunu tespit ediyordum. Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi. Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu." 


2 yorum:

  1. Mutlaka okunması gereken çok güzel kitap

    YanıtlaSil
  2. Merhabalar,

    Sabahattin Ali‘nin 1943 yılında yayımladığı ”Kürk Mantolu Madonna” romanı, günümüzde en çok ilgi gören ve en çok satan kitaplar arasında yer alıyor. Roman; aşk, yalnızlık ve yabancılaşma temaları etrafında şekillenmektedir.

    Edebiyatımızın en önemli romanları arasında gösterilen ”Kürk Mantolu Madonna” özellikle son yıllarda sosyal medyada çok popüler olmuştu. Pek çok kitapsever, bu romanı okumasa bile mutlaka romandan bir alıntıyı hatırlamaktadır.

    Hem gözlem yeteneğine ve güçlü kalemine hem de başarılı ruh tahlillerine hayran olduğum Sabahattin Ali’nin ”Kürk Mantolu Madonna” romanından hafızamda en çok yer edinen alıntıları okumanız için sizinle de paylaşmayı istedim: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/kurk-mantolu-madonnadan-24-muhtesem-alinti/ Umuyorum ilgiyle okursunuz.


    Keyifli okumalar dilerim,
    edebiyatla ve sağlıkla kalın.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...