12 Ekim 2015 Pazartesi
BAHÇEMDEKİ YABANCI - DEBORAH INSTALL
Merhabalar, bugün size bahsedeceğim roman Bahçemdeki Yabancı. Kitabı gördüğüm ilk an ona hemen sahip olmak istedim. Zenginli, kontlu, ceo'lu, aşklı, seksli ve vampirli kitaplardan gına geldiği için güzel bir ara olacağını düşündüm. Ve düşüncelerimde yanılmamışım.
Kitapta aslında sadece iki karakter var. bunlardan biri Ben biri de Tang. Ben evliliği kötü giden, hayatı kötü giden, ailesinin ölümünü atlatamamış, hayata tutunamayan bir adamdır. Bir gün evlerinin bahçesinde bir oğlan çocuğu olarak tasarlanmış, eski, küçük bir robot görür ve bu robot bütün hayatını değiştirir. Kitabın arka kapağında da tam olarak böyle bir şeyler yazıyor zaten.
Yazarın ilk kitabı olduğu çok bariz belli ama bunu kötü bir şey olduğu için söylemiyorum. Çok güzel işlenmiş çok güzel bir konu var ortada ama kurgusunda ve tekniğinde bazı eksikler bariz. Gerçi beni rahatsız etti mi diye sorarsanız hayır etmedi. Son sayfasına kadar sabırsızlıkla çevirdim ve inanılmaz keyif alarak okudum.
Kitabın başındaki Ben'le kitabın sonundaki Ben arasında inanın ki dağlar kadar fark vardı. Her ne kadar kitabın başında Amy'ye hak verir gibi olsam da sonradan bu konudaki fikrim değişti. Kesinlikle Amy'nin Ben'i ya da şöyle söyleyelim "Yeni Ben'i" hak ettiğini düşünmüyorum. Tabii bütün bunlar yan konular. Asıl kahramanımız Tang.
Tang çok zeki ve küçük bir çocuk gibi. Öğreniyor, taklit ediyor ve hissediyor. Çok eski püskü olmasına rağmen hiçbir android'de bulunmayan gelişkin bir kişiliğe ve özgür iradeye sahip. Ben'i daha iyi bir adam yapan ve sorumluluk almaya hazırlayan da bu. Bir baba ve oğul ilişkisi söz konusu ve bu bana kalırsa inanılmaz sevimli.
Özellikle anlatımlar insanın gözünde canlanıyor. Bir robot olmasına rağmen Tang'in vücud dili, mimikler ve bariz tepkileri var. Benim için başından sonuna kadar sıcacık ve içten bir hikayeydi. Her ne kadar sonu tam bağlanılmamış gibi görünse de bence soru işareti olan hiçbir şey yoktu. Her şey olması gerektiği gibi tıkır tıkır yerine yerleşti. Bizim görmemize gerek yok içim rahat, su akıp yolunu bulacaktır. Herhalde bu hikayenin sonu için en güzel yorum bu olabilir.
Herkese Keyifli Okumalar...
8 Ekim 2015 Perşembe
DR. HOUSE / EFSANE TV KARAKTERLERİ #3
Merhabalar, daha önceki yazılarımda efsanevi tv karakterlerinden Dean Winchester ve Klaus Mikaelson'ını anlatmıştım. Şimdi geçmişi kısaca hatırladığımıza göre başlayabiliriz. Dr. House kurgusal olarak New Jersey'deki Princeton-Plainsboro Eğitim Hastanesi'nde teşhis ekibinin başındadır. Kendisi ise bulaşıcı hastalıklar ve nefroloji konusunda ünlü bir uzman hekimdir. Ekibinde Dr. Eric Foremon, Dr. Robet Chase, Dr. Allison Cameron ile çalışmaktadır.
Üç kişilik ekibiyle birlikte bir türlü teşhisi bile
konulamayan hastaları iyileştirmektedir. Bu konuda da hakikaten çok ama çok
başarılıdır. Ekipteki tek bayan olan Dr. Cameron kendisine fena halde hayran, hatta
platoniktir. Dr. Hause'nun hayattaki en yakın dostu ve arkadaşı onkoloji şefi
Dr. James Wilson'da bazı vakalarda kendisine destek verir. Bu desteğini özel
hayatında da devam ettirmektedir.
Acayip zeki bir adam olan House, kesinlikle hastalarını görmeyi
reddeder. Çünkü hastayla iletişim veya duygu bağı kurmanın tıbbi görüşlerini
etkileyeceği kanısındadır. Öyle her vakayı da kabul etmez. Diğer bir deyişle
sıradan hastalıklarla ilgilenmez. Bulmaca gibi karmaşık ve zor olan
hastalıkları çözmek ister.
Son derece asosyal ve küstah bir adamdır. Kesinlikle değer
yargıları biz sıradan insanlardan çok farklıdır. Kendisi ataist olup bu konuda
diğerleriyle dalga geçmeyi sever. İnsanlara (özellikle ekibindekilere)
hakaret etmekten adeta zevk alır. Şimdi diziyi izlememiş veya birkaç bölüm
izleyip bırakmış olan okuyucularımızın; Bu adamın nesini sevdiniz de efsane
haline getirdiniz? dediğini duyar gibiyim. Durun! Lütfen Dr. Hause'u anlamaya
çalışın. Sorunları olan bir kişi o. Ayrıca bir dahi... Bir de çok karizma be
yavvv. Adam yıkılıyor arkadaşlar. Tamam tamam sakinim, toparlandım ve yazmaya
devam ediyorum...
Bir kere farkında olmamız gereken nokta kimse durup dururken
böyle olmaz. Ailesi ile ilgili ciddi sorunları vardır. Bunlar dizide
izleyicinin gözüne acıtasyon olarak sokulmaz. Ancak satır aralarında o kadar
iyi yansıtılır ki izleyici ne düşüneceğini şaşırır. House annesine duyduğu
koşulsuz sevginin tam tersi bir nefret besler babasına. Üçüncü sezonda kendisi
ile iletişim kurmak isteyen bir tecavüz kurbanı hastasına babasının aşırı
disiplin bağımlısı biri olduğunu bu sebeple kendisini bahçede uyuttuğunu, buzlu
su ile duş almaya zorladığını anlatır. Sonra babasının biyolojik babası
olmadığından şüphelenir ve cenazede dna örneği alarak test yaptırdığında şüphesinin
doğruluğunu anlar.
En büyük sorunu aslında psikolojik değil, fizikseldir.
Bir bacağı aksar ve yürümek için baston kullanır. Sürekli çektiği ağrılar
had safhadadır. Sadece bir an, Hiç kesintisiz bir uzvunuzun ağrıdığını
düşünür müsünüz? Bu nedenle sürekli yüksek dozda Vicodin kullanır. Hatta bazen
dozu öylesine artırır ki olay bağımlılık haline dönüşür. Bu noktada lisansını
kaybetme riski oluştuğu için psikolojik rehabilitasyon tedavisi bile görmüştür
kendisi. Kendisinin bu durumundan eski sevgilisini sorumlu tutar.
Bacağında anevrizma oluşarak enfarktüse döndüğünde, ya bacağı kesilecek
ya da ömür boyu acı ile yaşayacaktı. Bacağının kesilmesine karşı çıkan House,
kimyasal koma ile sürekli acı safhasını atlatmak istemekteyken, kendisi ile
ilgili tıbbi karar verme yetkisini avukat olan sevgilisi Stacy Warner'a verir.
Kadın da sevgilisinin öleceğinden korktuğu için Hause'nun bacağındaki ölü kas
grubunun alınması için onay verir. Bu durum tabi ki hem işlev kaybına hem de
sürekli acıya yol açar. Bu duruma çok öfkelenen House sevgilisini terk eder.
Tüm dizi boyunca süregelen ilişkisi çalıştığı hastanenin
başhekimi olan Dr. Cuddy iledir. Gençliklerinde bir kez birlikte olan
ikili House'nun tıp fakültesinden atılması ile ayrılır. Ancak yıllar yılı
birbirlerine olan zaafları devam edecektir. Hause'yi çok iyi tanıyan Cuddy
onu işe almadan önce de kesinlikle neyle uğraştığının farkındadır ancak
onu kontrolü altında tutabileceğine inanmıştır. Ama bazen diğer insanlara olan
davranışları kabul edilemez boyutlara ulaşabilir. Fakat işinde olan olağanüstü
başarısı yaptığı tüm huysuzlukların, aksiliklerin, saygısızlıkların önündedir.
Dr. Hause hayat kurtarıyordur. Hem de kurtarılması mümkün olmayan hayatları.
Şunu açık bir şeklide ifade etmeliyim ki, sekiz sezon
boyunca izlediğim her bölümde farklı bir duygu durumuna girdim. Kimi zaman ona
çok kızdım, kimi zaman saygı duydum. Bazen hayran oldum, bazen ayıpladım. Ama
bana en fazla hissettirdiği iki şey vardı. Birincisi ona sarılma isteği. Evet
yanlış okumadınız ona sımsıkı sarılmak istedim. Tüm şefkatimi vermek ve sen
sevilmeye layık bir adamsın demek istedim. Onun bunu hissetmesini istedim. Hem
de beni ti'ye alıp dalga geçeceğini, aşağılayacağını bile bile. Kesinlikle bunu
yapmasının nedeni kendini korumaya çalışması olacaktı. Umursamaz görünürken,
değer verdiği (ama asla belli etmediği) kişiler için neler yaptığını gördüm.
İçimde oluşan ikinci istek ise adamı tokatlamaktı. Lanet herif bunu nasıl
yaparsın? Sen nasıl bir adamsın diyerek tokatlamak istedim. Bir
izleyiciye böyle hissettirebilmek de dizinin başarısıdır. Demek ki gerçekten
hikaye de karakteri çok çok iyi yansıttı.
Okurlarımıza ricam lütfen diziyi izleyen arkadaşlar da
görüşlerini paylaşsınlar. Diğer insanların bu karakter ile ilgili ne
düşündüğünü çok merak ediyorum.
Ayrıca şunu belirtmeden geçemeyeceğim ki gerçek hayatta da
House M.D. hayranı olan bir doktor dizinin önceki bölümlerinde işlenen hastalık
bulgularına dayanarak Dr.House'un teşhisi ile hayat kurtardı. Frankfurt'un
kuzeyindeki Marburg'da bulunan Tanı Konulamayan Hastalıklar Merkezi'nden Dr.
Jürgen Schaefer, Mayıs 2012'de kalp yetmezliği sorunu olan hastayı gördükten 5
dakika sona neyin yanlış olduğunu anladığını söyledi. Daha önceki bölümlerde
protez kullanan hastada oluşan "Kobalt Zehirlenmesi" vakası ile aynı
bulguları taşıyan hastasının sorununu diziden ilham alarak çözdü. Tabi ki bu
durum diziyi çekenler kadar, dizinin hayranları için de gurur kaynağı
oldu.
Kısacası Dr. House asla unutulmayacak dizi karakteri olarak
belleklerimizdeki yerini almıştır. Diziyi izlemeyenleriniz varsa mutlaka
izlemelerini tavsiye ederim. Kafanızın içindeki sınırları ve kuralları
kaldırmayı unutmayın. Dr. House sınırları ve kuralları sevmez, sonuçta
karşımızdaki bir anti-kahraman.
Herkese Keyifli Seyirler...
6 Ekim 2015 Salı
MARSLI - THE MARTIAN (FİLM)
Marslı'nın kitabını okurken zaten her satırına bayılmış hatta blogumda da incelemesini yazmıştım. Bu yüzden filminin çekileceğini duyduğumda herhalde en çok ben sevinmişimdir. Aylardır süren bekleyişin sonunda film çıktığı gibi ilk izlemeye gidenlerden biri oldum.
Salon çok kalabalık değildi ama onu gittiğim sinemanın yeni açılmış olmasına bağlıyorum. Beşiktaş'ta sinema yok diye bu kadar hayıflandıktan sonra Cinebow bana ilaç gibi geldi. Zira sinema salonlarındaki Cinemaximum tekelleşmesinden oldukça rahatsızım. Bu tekelleşme bilet fiyatlarını da saçma sapan rakamlara uçuruyor.
Filmi üç boyutlu olarak izledim ama pek bir artısını gördüğümü söyleyemem. Öyle çok fazla aksiyonlu, efektli sahne olmadığı için olmasa da olurdu statüsündeydi. İngilizce alt yazıysa zaten kesin olarak ilk tercihim, herkese de öneririm. Zira dublaj filmin bütünlüğünü ve duygu geçişlerini inanılmaz derecede etkiliyor.
Filmden birazcık bahsetmek gerekirse kesinlikle film çok güzeldi. Kitaplarını okuduğumuz filmler için genel olarak kaygılarımız vardır. Kitap o kadar güzeldi ki bende filmin kitabın altında kalacağından neredeyse emin gibiydim ama beklenen olmamış. Filmde anlatılan bir çok teknik detay gözümd pek canlanamamıştı. Bu anlamda film uzay bilimini her sıradan insanın anlayabileceği bir çizgiye çekiyor.
Uyarlama noktasında kitaba inanılmaz sadık olduklarını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. 141 dakikalık film boyunca kitapta birebir geçen bir çok şey sahnelenmişti. Sadece Mark'ın yaptığı yolculuk sırasında başına gelenler es geçilmişti. Kitapta büyük bir bölüm tutsa da sanıyorum filmi olduğundan çok çok daha uzun hale getirmemek için o kısmı es geçmişlerdi. Açıkçası ben çok fazla eksikliğini hissetmedim.
Kitap için kaygılarım "Tek bir adam, sıkılmam mı ki?" düzlemindeydi ve okuduğumda inanılmaz yanıldığımı fark etmiştim. Film içinde aynı kaygıyı az da olsa yaşıyordum ama marsta ve dünyada olanlar o kadar güzel harmanlanmıştı ki hiç bir sıkıntı çekmedim. Sanırım beni üzen tek şey kitabın içinde oldukça doğal duran ve güldüren esprilerin filmde zorlama durması oldu. Neden bilemiyorum ama salondan çoğu yerde hiç ses yükselmedi. Ben bile gülemediğim için suçluluk hissettim zira okurken kahkahalar atmıştım.
Son olarak belirtmek istediğim şey şu; filmin marsla ilgili olan sahnelerinde bol bol dış çekim var. Yani görsel şölene doyuyorsunuz. Yerden havalanan tozların düşük yerçekiminde olağan hızından daha yavaş düşmesine kadar her türlü detay düşünülmüş. Benim için inanılmaz keyifli ve başarılı bir film oldu. Özellikle marsta su bulunduğundan bahsettiğimiz bu günlerde insanlık adına umutlarınızı yeşertiyor ve insanoğlunun her şeyi başarabileceğini size hissettiriyor.
Herkese Keyifli Seyirler...