16 Ocak 2020 Perşembe

TİYATRO YORUMLARI #2: AŞK GEÇMİŞİM


Merhabalar bugün size bahsedeceğim oyuna çooook büyük bir hevesle gittiğim doğrudur ve bu hevesimin karşılığını bulabildim mi? Açıkçası evet! Ezel dizisinden Converse'li katili bilenleriniz olacaktır. Harika bir karakter oyuncusu olan Temmuz nam-ı diğer Rıza Kocaoğlu'nu tiyatro sahnesinde izlemek beni bu oyuna gitmek konusunda en çok heveslendiren unsurdu. Şebnem Bozoklu'yu da sevdiğimi belirtmeden geçemeyeceğim. Ve bu ikiliyi izlemenin inanılmaz bir keyif olacağını düşündüm.

Öncelikle Uniq Hall'de yapılan gösterimden bahsetmek istiyorum. Uniq kompleks olarak muazzam alkollü/alkolsüz mekanları, sahneleri, açık hava gösterileriyle İstanbul'a artı değer katan merkezlerden birini oluşturuyor. Ulaşımı sıkıntısız arabayla inanılmaz pratik ama toplu taşıma sorarsanız o da gayet mümkün lokasyonu itibariyle. Mekanın en büyük artısı çook çeşitli içecek servisi yapılması ki bu çeşitlere alkollü içecekler de dahil. Esasında biramızı alıp oyunumuzu izlemek çok keyifli olabilirdi ama araçla geldiğimiz için böyle bir tercihte bulunmadık. Salondan biraz bahsetmek gerekirse iki kapısı ana salona, iki kapısı balkona açılan dört kapılı sistemiyle nispeten de olsa rahat bir giriş çıkışı vardı. Bu konudaki en büyük sorun oyun başlamasına 1-2 dakika kalıncaya kadar insanları kapıda bekletmeleri ve salona almamaları oldu. Bu yüzden aslında yeterli bir düzene sahip olmasına rağmen minik bir izdiham yaşanabiliyor. Havalandırma sıkıntısı olmadığını söyleyebilirim. O konuda endişeli olmayın ama şu detayı belirtmem lazım diz mesafesi çok kısa. Perde arasında sigaraya veya WC'ye gitmek için yerinizden kalkmak istediğinizde koridora çıkmak büyük bir mücadele gerektiriyor.


Şimdi oyuna dönersek... Bu oyun bir çok açıdan çok değişik ve kaliteliydi. Öncelikle oyuncu performansları mükemmeldi. Şebnem Bozoklu ve Rıza Kocaoğlu son derece dinamik, enerjisi yüksek ve seni de oyunun içine çeken harika bir performans sergiledi. Salonun büyüklüğü sebebiyle mikrofon kullanılıyordu fakat akustik konusunda hiçbir sıkıntı yaşanmadı. Diyaloglar esnasında ses tertemiz akıp giderken müzikler girdiğinde yine kulağı tırmalamayacak mükemmel bir ayardaydı. Sahne düzeninden ayrıca bahsetmek gerek. Bütün oyun boyunca sahnede kurulan iki katlı bir dekorun üzerinde ev-ofis-bar ortamı canlandırıldı. Bu da sahne geçişlerindeki hızı arttırdığı için seyircinin bir anlık bile olsa oyundan kopmasına izin vermeyen müthiş bir artı değerdi. Tasarlayan kişiyi gerçekten tebrik etmek istiyorum.

Oyunun konusuna gelirsek kadın-erkek ilişkilerine eleştirel bir bakış açısı getirdiğini söylemek zor olmaz ama bu ifade aklınıza feminist söylemler getirmesin. Aslında oyun boyunca bir çok cinsiyetçi ifade kullanıldı ama bunların hepsi yaşanan hikayenin içinde olması gerektiği şekilde ve dozdaydı. Mizah yönü kuvvetliydi ama kahkaha tufanı yaratacak gibi de değildi. Daha çok yaptığı tespitler ve karakterlerin yaşadığı sosyal durumların aynısını biz de yaşadığımız için empati sonucu bir durum komikliği oluşturuyordu. Oyuncular aynı zamanda bir dış ses mantığıyla olayların anlatıcısı pozisyonundaydı ve bu da kurguya öyle güzel yedirilmişti ki esas mizah unsurlarını bu yorumlar oluşturuyordu bile denebilir. Kadın ve erkeğin olaylara ve durumlara bakış açılarının ne kadar farklı olduğunu, aslında insanların geçmişi güzellemeye her zaman daha meyilli olduğunu ve bu güzellemenin gerçek olmadığını, sırtımızdaki duygusal yüklerin karakterimiz üzerindeki etkilerini, ve günümüz ilişki prototipini irdeleyen, inceleyen ve eleştiren harika bir işti. Bu sezon muhakkak görülmesi gereken bir oyun olduğu çok açık.

O yüzden şimdiden izleyecek herkese keyifli seyirler diliyorum...



8 Ocak 2020 Çarşamba

TİYATRO YORUMLARI #1: ALEVLİ GÜNLER


Merhabalar, uzun süredir ara verdiğim blog yazılarına yeniden geri dönmek istedim. Bu sefer daha önce yapmadığım bir şey yaparak sizlere tiyatrolarla ilgili bir yazı dizisi hazırlamaya karar verdim. Bu kararı almamın sebebi tiyatro gösterileriyle ilgili çok fazla seyirci yorumu bulamamış olmaktı. Yani tiyatro izleyicisi için objektif ve yararlı olacağını düşünüyorum.

Alevli Günler bir çok ünlü ve usta oyuncuyu kadrosunda barındıran bir yapım. Cem Davran, Erkan Can, Yıldıray Şahinler gibi isimlerden oluşan kadro hayranları için özellikle ilgi çekici olacaktır. Alevli Günler'in konusundan ve seyirci olarak benim üzerimde yarattığı etkiden bahsetmeden önce Kadıköy Halk Eğitim Merkezi sahnesiyle ilgili bir kaç yorumda bulunmak istiyorum. Salonun koltuk diz mesafesi çok dar ve salon kapasitesi oldukça fazla. Bu fazlalık size havalandırma sorunu olarak geri dönüşüyor ve oyunun ilk perdesi bitmeden ortamdaki hava korkunç derecede bunaltıcı oluyor. Bununla birlikte kalabalık koltuk kapasitesine sahip bu salonun giriş çıkış kapıları yetersiz. Salona girmek için de çıkmak için de izdiham eşliğinde uzun bir bekleyiş gerekiyor. Yani merkezi lokasyonu dışında hiçbir artısı olmayan KHM'ini pek önermiyorum. 

Alevli Günler'e dönersek oyun konu bakımından zayıf. Şamanizm inancına sahip olan bir insanın ölümcül bir hastalığa yakalanması sonucu az bir ömrü kalmıştır. Öleceğini öğrenen karakterimiz -Cem Davran- inancı usulünce gömülmek değil yakılmak istemektedir. Fakat bunun için aşması gereken yığınla bürokratik engel vardır. 


Şimdi oyun bir miktar kara mizah öğeleri barındırıyor olsa da -ölüm fikrine pek gülemediğim için- salonda kahkahalar içinde kalmayı kesinlikle beklemeyin. Bu oyun daha çok ülkenin içinde bulunduğu siyasi durumunu, din özgürlüklerinin sadece tek bir dinin, tek bir mezhebi için geçerli olmasını, bürokrasinin ağır aksak işleyişini ve çoğunlukla işlemeyişini yerden yere vuran, başarılı şekilde hicveden, mesaj kaygısı taşıyan bir oyun. 

Erkan Can özellikle büyük bir hayran kitlesi barındırıyor ve seyircinin neredeyse tamamı onu görmeye gelmiş gibiydi. Her sahneye çıkışında salon alkış kıyamet yıkıldı. Erkan Can başta olmak üzere bütün oyuncuların performansları göz dolduruyordu fakat yine de bir şeyler eksikti. Hikayenin işlenişinden ya da aşırı mesaj kaygısından mı ileri geliyor bilmiyorum ama tanımlayamadığım bir olmamışlık oyunun genel atmosferine hakim olmuştu. Özellikle halıya sarılı cesedi oyunun başından itibaren ve oldukça sık aralıklarla çok yüksek bir müzik ve göz yoran, bakışları yakan ışık şovları eşliğinde sahne geçişleri esnasında kullanmaları insanı çok yoruyordu. Sahneye geçildiğinde on saniye kadar sahneyi tam olarak görememekten bahsediyorum. Kaçınılmaz olarak yorgunluğa ve baş ağrısına sebebiyet verdi, abartılı bir detaydı. 

Sonuç olarak ben bu oyundan pek keyif alamadım. Elbette sahne arkasında ve önünde herkesin emeği çok büyük ve sanat adına yapılan her iş izlenmeye değer. Fakat iyi ki izledim, harikaydı, bayıldım diyemiyorum. İzlemeseydim de bir şey kaybetmezdim diyorum. 

Ve izlemek isteyen herkese iyi seyirler diliyorum. 


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...