30 Ağustos 2014 Cumartesi

BÖĞÜRTLEN KIŞI (BLACKBERRY WINTER) - SARAH JIO


Sarah Jio bana göre bir efsanedir ve bundan sonra ne yazarsa yazsın düşünmeden alacağım yazarlardandır. Bu küçük girişle birlikte asıl konuya yani Böğürtlen Kışı'na dönmek istiyorum.

Böğürtlen Kışı yazarın kaleme aldığı en can yakıcı, incitici roman olabilir. Saraj Jio'nun tarzını bilenler bilir; günümüzle geçmişi hikayede harmanlayıp harika bir finalle noktalamak onun değişmez tarzıdır. Bu kitapta da zaman atlamaları değişmez olarak var ama fark şu ki bu sefer hikaye ikinci dünya savaşı yerine Amerika ve dünya ekonomisinin çöktüğü "Büyük Buhran" döneminde geçmekte.

Kitapta beni en çok etkileyen duygu fakirlik ve çaresizlikti. Yiyecek yemek bile bulamayan bir insanın adaleti aramaya bile gücünün yetememesi, oğlu için çırpınması ve ekonomik sınıfı yüzünden yaşadıkları gerçekten de insana para herşeydir dedirtecek cinsten.

Tabii hikaye böyle ilerlemiyor ve günümüze geldiğimizde paranın hiçbir şeyi kurtarmaya yetmediğini sadece acıyı ve yalnızlığı lüks içinde yaşamamızı sağladığını çok net olarak görüyoruz. Parasına güvenip zorbalık taslayanları ve affedilmeyecek ihanetleri paranın daha şık göstermediğini de.

Bir kocanın ihaneti, zalimliği, varken bile yok oluşu ve neredeyse hayatınıza mal olan bir kayıptan düşmanca sizi sorumlu tutması tarif edilemez bir acı. Bütün bu duygular, o çaresizlik öyle iyi, öyle iyi resmedilmiş ki kapana kısılmışlığı ve arkadan vurulma hissini iliklerinize kadar hissediyorsunuz.

Kitabın sonundan çok bahsetmek istemesem de söylemek zorundayım ki beni çok mutlu veya çok tatmin etmedi. Her ne kadar Daniel hakkında buruk bir sevinç yaşasakta yapılan hiçbir şey telafi edilemezdi. Yine de düşününce böyle bir hikaye için yazılabilecek en mutlu son buydu diyebileceğimden hak veriyorum olana bitene.

Ve söylemek zorundayım ki o adamı boşamasını gerçekten ama gerçekten çok istemiştim! Dağılmayan bir yuva, düzelen bir adam pozitif bakan birine göre mutlu son olabilir ama kitabın ilk sayfasından son sayfasına o adamdan bir cacık olmaz düşüncesindeydim.

Acaba siz ne düşünüyorsunuz?

Herkese keyifli okumalar...

24 Ağustos 2014 Pazar

KİTAPLIĞIMDAKİ EN İYİ ON KİTAP KAPAĞI


Uzun süredir gördüğüm ve birinin beni de mim'lemesini beklediğim güzel bir etkinlikle karşınızdayım, öncelikle beni mimleyen Kitap Tiryakisi'ne çok teşekkür ediyor ve samimiyetle blog'una uğramanızı tavsiye ediyorum.

1) Sessiz İntikam

 

Kesinlikle kitap kapağı dendiği zaman benim için ilk sırada olan bir kitap kendisi, konusu ve okunuşu ayrıca güzel olsa da kapağı bir efsane. İnceleme yazısını okumak istiyenler için de tık tık.

2) Mefisto


Kesinlikle muhteşem bir kapağı var, hatta kendisini bu harika kapağa aldanarak aldığımı söylesem hiç haksızlık etmiş olmam yine de inceleme yazısı için tık tık.

3) Sonsuza Kadar


Birilerine en şiddetle tavsiye edebileceğim kitap kuşkusuzdur ki budur. On yüz milyon defa okumama rağmen hala açıp bakar, mutlu olup kapatırım. İncelemesi ve övgüsü için tık tık.

4) Ejder'in Aşkı


Hem kapağına, hem konusuna, hem yazım diline aşık olduğum bir kitap daha. Serinin devamında kapaklar bozar gibi olsa da serinin son çıkan kitabı Ejder'in Büyüsü'de resmen göz kamaştırıyor.  Yorum için tık tık..

5) Gri'nin Elli Tonu


Kitabı, kapağını ve konusunu herhalde bilmeyeniniz yoktur. Bu kapak ilk çıktığı zaman inanılmaz hoşuma gitmişti çünkü basit bir erkek aksesuarını kullanarak kitabın içeriğindeki bir çok şeyi vaad edebiliyordu. Ölçülü görünse de iliklerine kadar ahlaksızdı. İnceleme isteyenler için tık tık.

 6) Araf


 Kapağı ve konusuyla inanılmaz güzel bir kitap, hakkında söyleyebileceğim tek şey bu. Liste de yer bulamasa da Ayaklı Bela'nın da efsanevi bir kapağı olduğu kanısındayım. Yorum isteyenler, tık tık.

7) Son Kamelya


Harika bir kapağın yanında harika bir kitap. Okumak için bir şeyler arayanlara direkt tavsiyemdir. Ayrıca bana göre yazarın en güzel kitabı Yağmur Sonrası'da mutlaka okunması gerekenler arasındadır. Yorumu için tık tık.

8) Altın Aşk Vuruşu


İnanılmaz güzel kapağı bir yana şimdi sadece Aydilge olarak bilinen ve güzel şarkılara imza atan sanatçının pek bilinmeyen kitabıdır. Öyle naif, öyle zarif ve bir o kadar korkunçtur ki gerçekten tekrar okumak ve yorumlamak istediğim bir eser.

9) Senatör'ün Karısı


Yine tekrar okunması ve yorumlanması gerekenlerden, sırf bu yüzden bile bu etkinlik başarılıdır ki bu kitabı da herkese tavsiye edebilirim.

10) Kara Cadı


Kendisi son zamanlarda gördüğüm en güzel kapaklardan birine sahip olsa da hikayesi ne yazık ki vasat ve aynı yazarın Anahtar Serisiyle fazlaca benzer. Yine de yorumu için tık tık...

Şimdi gelelim kimleri mimlediğime... Çiğdem Akkaya, Renkli Kitap, Agnes Wood ve Beyaz Kitaplık'ı mimliyorum :)


23 Ağustos 2014 Cumartesi

RÜZGAR GİBİ GEÇTİ - MARGARET MITCHELL


Rüzgar Gibi Geçti'yi duymamış olanınız muhtemelen yoktur. Çoğu kişi filmini izlemiş ve hikayeye hayranlık duymuştur ama asıl hayranlığı hak eden bu hikayenin doğduğu efsanevi kitaptır. Filmi beğensem de itiraf etmeliyim ki romanı okuduktan sonra filmde anlatılanların sadece buz dağının görünen kısmı olduğunu anladım.

Eser uzun olduğundan hatta bazı yayınevlerince iki cilt olarak basıldığından insanların gözünü korkutuyor. Bu yüzden yazıya başlarken bunu söylemek zorundayım ki korkulacak hiçbir şey yok. Sayfalar adeta uçarcasına ilerliyor ve hikaye okumaya devam edemeyecek kadar yorulduğunuzda bile aklınızı kurcalıyor. Yani tam da vaad ettiği gibi, "Rüzgar Gibi" bitiveriyor kitap ve öylece karışmış duygularla başbaşa kalıyorsunuz.

Her ne kadar kitabı incelemek istesem de Scarlett O'Hara'nın etkileyici ve cezbedici karakteri her şeyin önüne geçtiği gibi bu yazının da onüne geçecek. 16 yaşından 28 yaşına geçen zamana üç evlilik, üç çocuk, iki büyük aşk ve korkunç bir savaş sığdıran bu kadın ilk satırdan içinizde karma karışık duygular uyandıracak.

Bazı insanlar zehirli ve bir o kadar da sihirlidir. Scarlett tam olarak tarif edilebilir, ona kızabilirsiniz, ondan nefret edebilirsiniz, ona aşık olabilirsiniz ama onu asla görmezden gelemezsiniz.

Güney'de zengin bir çiftçinin kızı olan Scarlett O'Hara doğduğu andan itibaren kölelerle ve ihtişamla her dileği yerine getirilen bir genç kızdır. Yeşil gözleri, zarif yüzü ve üç eyaletteki en ince beliyle her daim ilgi odağı olmaya, istediğini almaya alışkın bir seçkindir.

Yaşadığı yer ve dönem düşünülürse -ki roman o dönemin toplumunu, kadının konumunu çok iyi anlatır- Scarlett 16 yaşında bile herkesten zerresi zerresine farklıdır. Kadınların zeki olmasının kusur sayıldığı, kendine yetebilmek için bir erkeğe ihtiyaç duymayan kadınların ayıplandığı ve aptal taklidi yaparak hanımefendiliğin sağlandığı bir devirde Scarlett için keskin zekasını saklamak ve oyunu kurallarına göre oynamak tam bir işkencedir. Babasının kendine özgü dürüstlüğünü ve inatçılığını almış olan Scarlett hanımefendilikten ve gerektirdiği şeylerden bıkmıştır.

Sanırım karakteri anlatabilmek için sayfalar boyu sürecek yayınlar dizisine ihtiyacım var bu yüzden özet geçmeye çalışırsak Scarlett'ın hayatı ilgisini çeken tek erkeğin nişanlandığı ve Rhett Butler'la tanıştığı bir partide sonsuza kadar değişir. Bunların üzerine savaş, açlık, sefalet ve ölümle yüzyüze gelen Scarlett benzersiz bir hayatta kalma mücadelesiyle ölmeyi ve öldürmeyi göze alarak sıfırdan yükselir.

Rhett'le aralarındaki karşı konulamaz benzerlik ve koparılamaz bağa rağmen mutlu olma şansını aptalca gençlik hırslarıyla defalarca mahveden ama yine de herşeye sahip olabilceğine inanan bir kadının önce dünyayı baştan yaratıp sonra da parça parça yıkmasının öyküsüdür bu.

Scarlett O'Hara bencil zevklerini ve çıkarlarını en büyük erdem bilen, hayatı boyunca kendisinden daha çok kimseyi sevemeyen biridir. O gıpta ettiğimiz ve aslında tam olarak bu yüzden nefret ettiğimiz her şeyin sembolüdür. En temel içgüdümüzün maskelenmemiş halidir, ne olursa olsun hayatta kalandır. Böyle bir edebi karakteri tanımanızı, savaşın nasıl anlamsız ve korkunç olduğunu hissetmenizi, ben olsam ne yapabilirdim diye düşünmenizi isterim.

                                                               Herkese Keyifli Okumalar...



19 Ağustos 2014 Salı

BAŞTAN ÇIKARMA SEANSLARI - GINA L. MAXWELL


Bugün size beklentimin üstüne çıkan ve beni oldukça şaşırtan bir kitaptan bahsedeceğim. Novella yayınlarından çıkan Baştan Çıkarma Seansları kelimenin tam anlamıyla bir aşk romanı.

Asıl kızımız bir doktor, asıl adamımız da yaralı bir boksör olunca işler insana ellerini ovuşturtacak kadar zevkli ilerliyor. Aslında kitabın beni cezbeden ilk yanı kesinlikle konusuydu. Başkasına aşık olduğunu sanan kızın aslında başından beri asıl adama aşık olması, klişe olsa da keyifli bir hikaye.

Kitabın yazım dili inanılmaz akıcı ve karakterler asla kasıntı değil. O meşhur "Çok mu çok oluyoruz?" yapaylığından oldukça uzaklar. Boksör denildiğinde aklına Rocky gelen dünya insanları olarak kitapta yalnızca zil sesiyle de olsa Rocky göndermesi yapılması çok şekerdi. Hatta itiraf ediyorum ilk sayfadan beri bu göndermeyi beklemiştim.

Kitabın adı insana çok, çok ve çok erotizm içeriği olacağını ima etse de hikaye sadece bundan ibaret değil. Erotik içeriği olsa da asla ikilinin ilişkisinde birinci plana oturmuyor ve okuyucuya fazla gelmiyor. Aslında baştan çıkarma seansları tensel derslerden çok psikolojik olarak birinin nasıl etkilenebileceği üzerine eğlenceli çıkarımlardan oluşuyor.

Kitap sizi güldürüyor, mutlu ediyor ve peri masallarına taş çıkarırcasına romantizmin dibine vuruyor. Yayınevinin okuduğum ilk kitabı olmasına rağmen çeviri ve düzenleme neredeyse kusursuzdu. Sırf bu yüzden bile beklentimin çok üstüne çıktı ve Reid'i en sevdiğim erkek karakterler içine soktu. Romantizm seven herkese gözleri kapalı tavsiye ediyorum.

Keyifli Okumalar...

13 Ağustos 2014 Çarşamba

SESSİZ İNTİKAM (SILENT REVENGE) - LAURA LANDON


Sessiz İntikam okuduğum tarihi aşk romanları içinde en sonunda yerini aldı. Belirtmek isterim ki ben bu kitabı çok uzun süre önce gözüme kestirmiş bir haldeydim. Sonunda okuduğum ve gerçekten de umduğumu bulduğum için mutluyum.

Sessiz İntikam'ın dikkatimi çeken ilk yanı kapağı olmuştu. Konusu çok özel değildi, yayınevi çok aşina olduğum bir yayınevi değildi ama kitap kapağı tek kelimeyle efsaneydi.

Kapak tasarımı kimin eseriyse kendisini tebrik ediyorum çünkü beni o kadar cezbetti ki çevirisi ve basımı hakkında bir kaç blog'tan okuduğum eleştirilere rağmen kitabı alıp okumaktan kendimi alamadım.

Şu an bı yazıyı okuyup ikilemde kalan herkes için söylüyorum kitapta şeklen  ya da imla olarak göze batan çok fazla bir sorun yok. Bir iki yerdeki hafif pürüz dışında alıp okunmayacak bir kitap asla değil. Kitaba dönersek historical türünün bütün karakteristik özeliklerini taşıyan harika bir kitap olduğunu söylemek zorundayım. Aslında D&R indirimiyle birlikte 9.90'a düşen fiyatıyla türünün sevenlerine kesinlikle almalarını öneririm.

Bu öneriyi yaptıktan sonra spoiler uyarısı verip ucundan kıyısından içeriğe gireceğim. Kitap her ne kadar içinde İngiliz sosyetesi teması taşısa da kadın karakter bildiğiniz bütün historical kızlarından çok daha farklı. Çünkü onun bahsedilen büyük sırrı skandal yaratacak bir gönül ilişkisi falan değil. Geçirdiği ateşli bir hastalık yüzünden duyamıyor oluşu!

Simon tam bir historcal erkeği ve dönemin bütün özelliklerini taşıyor. Kötü şöhretli ve kırık kalpli olduğunu da eklersek elimizde nur topu gibi bir "Travmalı Aristokrat" kalıyor. Doğal olarak hikayenin sonrasında Simon'un nasıl normale döndüğünü ve her şeyi arkasında bıraktığını görüyoruz. Zaten kötü çocuk kavramını çekici yapan şey onu düzeltebileceğinize dair kendinizle tutuştuğunuz iddia değil de nedir ki?

Elbette bunları okumak tahmin ediyorum ki yaşamaktan çok daha eğlencelidir. Antibiyotiksiz bir dünyada kraliçe olarak bile yaşamayı düşünemem, aslında Anne Boleyn'i düşündüm de monarşi olabilecek en kötü rejim biçimi olsa gerek.

Unutmadan son bir ipucu, eğer bu türü seviyor ve hala Judith McNaught'u tanımıyorsanız, rica ederim en yakın kitabevine gidip bu acı tabloyu düzeltiniz. Çünkü "Sonsuza Kadar" tarihi aşk romanlarının nirvanasıyken "Jason" dramatik aristokrasinin dibidir. Dostlar o hikaye gerçek bir efsanedir!

Herkese keyifli okumalar...

6 Ağustos 2014 Çarşamba

KONUK YAZARLAR ARANIYOR!


Evet bugün sizlere bloglar için yok yararlı olduğunu düşündüğüm bir faaliyetten bahsedeceğim. Konuk blog yazarlığı. Sanırım bunun ne olduğunu aşağı yukarı herkes biliyor ve bende blog'lar ve blogger'lar arası dayanışma ve iletişimi önemsediğim için ve blog içinde taze kan olacağına inandığımdan konuk yazarların yazılarını belli periyotlarla yayınlamak istiyorum.

İlgilenen sevgili arkadaşlara kabaca fikirlerimi anlatayım. Geveze Kitap Kurdu her ne kadar bir kitap blog'u olsa da pek çok konuda yorum ve eleştiri yaptığım bir mecra. O yüzden blog'uma konuk olmak isteyen yazarlar kendini kısıtlı hissetmemeli.

Kitap yorumları dışında, seri yorumları, karakter analizleri -Anita Blake kimdir? gibi- yapabilirsiniz, yerli yabancı izlenilen dizilerden, beğenilen veya beğenilmeyen filmlerden, ünlü oyunculardan, yönetmenlerden ve projelerinden, vizyondakilerden yani kültürel olarak adlandırılabilecek her şeyden yazabilirsiniz.

Bu konuda dikkat etmenizi istediğim tek husus yazıların mümkün olduğunca ayrıntılı ve orjinal olması. Başka yerlede yayınlanmış bir şeyleri yayınlamak kabus olurdu değil mi?

İlgilenen ilgilenmeyen herkese teşekkür ediyorum ve konuk yazarlarımı bulabilmeyi umuyorum. Konuşmak, sormak ya da yazı göndermek için bana gvzkitapkurdu@gmail.com mail adresinden ulaşabilirsiniz.

Herkese keyifli okumalar ve uzun uzun yazılar...


KARA CADI (DARK WITCH) - NORA ROBERTS


Nora Roberts'ın favori yazarlarımdan olduğunu herkes bilir. O yüzden bu kitabı çıktığı ilk anda sipariş ettim ve merakla beklemeye başladım. Kitap elime ulaştığındaysa heyecanla okudum. Kitabı beğendiğimi ve ilk yarısını sadece bir kaç saatte okuduğumu söyledikten sonra ayrıntılara geçmek istiyorum.

Kitap ilk çağlarda yaşayan bir cadının başına gelenleri ve bunun yüzyıllardır süregelen lanetini anlatıyor. Bu yüzden kitap aslında günümüzde geçse de hikaye ilkçağ'da ve Kara Cadı'nın hikayesiyle başlıyor. Kara Cadı kelt tanrılarından hediye sihirli güçlere sahiptir ve onun soyundan olan çocuklarında da büyü gücü vardır. Kara Cadı'nın kocasıysa çok iyi bir asker olsa da sıradan bir ölümlüdür.

Kara Cadı'nın büyük gücünü arzulayan bir büyücünün Kara Cadı'nın kocasını öldürmesiyle bütün hikaye gelişir. Kara Cadı büyücüden başka türlü kutulmasının imkanı olmadığını anladığında nesiller boyu sürecek bir büyü yapar ve soyundan gelen seçilmişlerin kötülükle savaşmasını, adını gururlandırmasını emreder.

İşte bu hikayeden kalkıp geliyoruz milenyuma ve açıkçası hikaye ilk başladığı yüzyılda devam etseydi beni çok daha mutlu ederdi çünkü Nora Roberts bütün o mistik havayı inanılmaz iyi yansıtmış. Üstelik ben teknolojinin gerçek sihir olduğunu düşünenlerdenim. Sihirle ilgili en büyük fantazilerimizi düşünürsek aynalar veya sihirli kürelerle görüntülü konuşabilmek olduğunu görmez miyiz? Bu demek oluyor ki en büyük büyücü Steve Jobs. Milenyum'a geçildiğinde hikaye biraz benim açımdan sarsılsa da İrlanda'nın muhteşem epik-fantastik havası durumu oldukça toparlıyordu.

Hikayenin en büyük eksiği bana kalırsa aşktı. Elbette romantik kıvılcımlar, gelişmeler yok değil, hatta "düşmanın soyundan gelenlerle aşık mı olsak canım?" gibi durumlar bile vardı ama belki de çok tutkulu veya hastalıklı ilişkileri okumaya alışmış olduğumdan bana o kadar da romantik gelemedi.

Kitapta en sevdiğim karakterin Alastar olması, Alastar'nda at olması ironik olsa da sırf sihirli havası için alınabilenecek bir roman bu. Son söylemek istediğim şeyse Kara Cadı'nın Nora Roberts'ın en güzel işlerinden biri olan Anahtar Serisine benzeyip benzemediği konusu.

Bir çok açıdan evet benziyor. Yine de oradaki hikayenin daha farklı olduğunu ve bu kadar yoğun mistik öğeler içermediğini belirtmekte fayda var. Bu kitapta sihir ve İrlanda kendisini hisettirirken Anahtar serisi çok daha üstü kapalı geçiyor, aşka yoğunlaşıyordu. Orada bir Rowena karakteri vardı ki kitabı okuyan herkes bilir, inanılmaz güzel bir karakterdi. Belki onlarında yorumunu yapmalıyım. Ne dersiniz?

Herkese Keyifli Okumalar..


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...