28 Şubat 2014 Cuma

PUZZLE HAKKINDA HER ŞEY


kitaplardan bahsetmek, tanıtmak ve anlatmak için oluşturduğum sevgili blog'umun takipçileri.. kitap, kitap, kitap.. kuzum siz başka şey bilmez misiniz dediğinizi duyar gibiyim.. bu yüzden de gerçekten zevk aldığım ama zaman zaman çok feci tıkandığım bir hobi hakkında sizlere ayrıntılı bilgi vermek ve kendi deneyimlerimi anlatmak istedim..

bu puzzle işi zaman geliyor ki gerçekten fazlasıyla karmaşık olabiliyor kafanızda binlerce soru.. o yüzden tamamen sıfırdan başlıyorum daha önce hayatında hiç puzzle yapmamış biri nasıl puzzle yapmaya başlamalı?

ilk önce sınırlarınızı kabul etmelisiniz. evet itiraf ediyorum 1000 parçalık 2000 parçalık devasa puzzle'lar benimde çok ilgimi çekiyor, bende çok beğeniyorum ama yeni başlayanlar için bebek adımları zorunlu. o yüzden ilk hedefiniz 500 parçalık puzzle'lar olmalı hatta mümkünse ilk iki üç hedefiniz bu sayıyı aşmamalı.. tabii unutmadan eklemek gerekir ki desenlerin basit olmasına ve büyük renk grupları içermesine dikkat edilmeli çünkü parçaları bu renklere göre ayırarak işinizi çok daha kolaylaştırabilirsiniz. yapmaya çalıştığınız ilk puzzle'ın van gogh eseri olmasını gerçekten istemezsiniz.

önemli konulardan bir diğeri de hangi markayı almalıyım sıkıntısıdır..

 yaptığım ilk puzzle. anatolian - diana - 500 parça
size bir kaç uygun markayı ve neden bu markaları tercih etmeniz gerektiğini söyleyeyim.. bu sektörün lideri hiç şüphesiz EDUCA olacaktır ama resim çeşitliliği veya fiyat gibi etkenlerden başka markaları da seçmek isteyebilirsiniz. EDUCA kalitesindeki alternatifler çok fazla değil RAVENSBURGER veya PERRE EDUCA'nın birebir alternatifi olabilir. puzzle pahalı bir hobi demek çok absürd olmayacaktır ama yine de daha uygun fiyat ve performans sağlayan ürünlerde yok değil. tercihiniz uygun fiyattan yanaysa ANATOLİAN ve ART PUZZLE'da sizi pişman etmeyecek ürünler.

merak edenleriniz olmuştur bu markalar kime göre neye göre belirleniyor ki diye.. bunun bir çok kıstası var ama en önemli ve zarurisi kusursuz parça uyumu ve yedek parça desteğidir. bir puzzle aldığınızda  önünüzde en iyi ihtimalle 500 parçalık bir renk kargaşası olacak bununla baş etmenin en iyi yolu bütün parçaları farklı kesilmiş ve birbirine hiç boşluksuz kusursuz oturan parçalardır. bir puzzle parçasının aynı anda 3-4 yere birden uymasının yaratacağı kafa karışıklığı inanın ki hiç önerilmez. kesimi doğru yapılmamış puzzle'lardaki tek sorun bu da değildir. desen gereği mutlaka oraya uyması gereken bir parça yerine küçük veya büyük gelirse bu hem yapım aşamasında zorlayacak hem de bitiminde o kusursuz resim görünümünü veremeyecektir.
bu da bitmiş halinin duvardaki duruşu..


yedek parça desteğinin önemini uzun uzun anlatmama gerek var mı bilmiyorum ama bu puzzle'ların ya kutulanırken ya da yapım sürecinde bazı parçaları kaybolabilir. kutulanırken eksik çıkması çok olası bir ihtimal değilse de yapım aşamasında o küçücük parçaların kaybolması işten bile değil. herkesin kardeşi, çocuğu, evcil hayvanı olabilir ve o parçalar da her an ortadan buhar olabilir. o yüzden aldığınız puzzle'ın mutlaka kayıp parça desteği olmalıdır. saydığım bütün markalar kusursuz kesim ve yedek parça desteğine sahip markalardır ama kayıp parça desteğinin de bir sınırı var yani 100 parça birden kaybedemezsiniz!

tabii marka seçiminde benim dikkat ettiğim minik detaylar da var örneğin geri dönüşüme uygun olması, parçaların duvara astığınızda parlamaması için özel olarak hafif pürüzlü üretilmesi gibi.. bütün bunlar ışığında sanırım nasıl bir puzzle almanız gerektiği açıkça anlaşılmıştır. :)

beklediğimden uzun bir yazı olacak sanırım yine de sabırla okumanızı tavsiye ederim çünkü puzzle gerçekten çok keyifli bir uğraştır. peki puzzle'ı aldıktan sonra yapmaya nereden ve nasıl başlanmalı? öncelikle puzzle halısı denen şeyden bahsetmek istiyorum buna daha çok kalın bir boruya sarılan sağlam bir kumaş diyebiliriz eğer puzzle'a bunun üzerinde başlarsanız sıkıldığınızda, daha sonra devam etmek istediğinizde yuvarlayıp kaldırabilir ve alandan oldukça tasarruf edebilirsiniz. peki illa ki gerekli midir? bana sorarsanız illa ki gerekli değildir. kullanılmayan bir masa çok daha güzel işinizi görecektir. tabii sizinde benim gibi kullanılmayan bir masanız yoksa size tavsiyem sert ve büyük -tercihen 50/70 cm boyutları idealdir- bir mukavva almanızdır. puzzle'ı çok rahat onun üzerinde yapabilirsiniz.

yaptığım ikinci puzzle - educa - unicorns
puzzle hazır, mukavva hazır, ben de çok hevesliyim şimdi ne yapmalı diyorsanız doğruca mutfağa gidip bir kaç kase almanızı öneririm. pirinç ayıklamaya oldukça benzer bir şey yapacağız, kenar ayıklayacağız. puzzle paketini açtıktan sonra yapılacak ilk şey çerçeveyi oluşturacak olan bir kenarı düz bütün parçaları toplamaktır. bunu bitirdiğinizde iki kenarı düz olan bir köşe parçasını kendinize hedef seçin ve onun renk tonuyla uygun parçaları deneme yanılma yöntemiyle bularak çerçeveyi tamamlayın. bu genelde en kolay kısmıdır asıl olay bundan sonra başlar hele ki siyah beyaz puzzle'lardan birini yapmaya çalışıyorsanız işiniz gerçekten çok zor. renkli telefon kulubeleriyle siyah beyaz londra manzarası gibi temalara bayılıyorum ama yapamayacağımı bildiğimden şimdilik kendimi frenlemekteyim kendinize güveniyorsanız mutlaka düşünün derim..

duvardaki duruş. çerçevenin renk uyumuna dikkat.
belirgin renk gruplarını yeşilleri, mavileri, pembeleri tek tek ayırmak size çok büyük kolaylık sağlar. sayılar, objeler vb. şeyler de kendi içinde ayrılabilir. açıkça söylemek gerekirse puzzle'ın bütün zevki parçaları seri olarak yerine koymak ve beliren motiflere sevinmektir. o yüzdendir ki işinizi kolaylaştırabilmek için her yol mübahtır! enine ve boyuna parçaları da ayırmak bir tekniktir. enine ve boyuna parçaları nasıl ayırt edebilirsiniz? kare gibi bir görüntüsü olan, kısa ve tombul görünen parça daima en olarak konulur. ince ve uzun olan parçaysa daima boyuna koyulur. zaten bir süre sonra otomatik olarak fark etmeye başlayacaksınız hangi parça hangisidir ama yine de bu bilgiye sahip olursanız çok daha hızlı kavrayacağınız kesin.

peki başardık, yaptık puzzle'ın son parçasını da yerine taktık. şimdi ne yapacağız? sakin olun eğer emeğinizin yerle yeksan olmasını istemiyorsanız önce bir puzzle yapıştırıcısı bulun!

bu da severek kullandığım yapıştırıcım..
D&R, KABALCI, NEZİH gibi büyük yerlerde çok rahat bulunan bir üründür ve tek yapmanız gereken böyle bir yere gidip bulduğunuz ilk çalışandan yardım istemektir. puzzle yapıştırıcısı bir çok noktada oldukça önemlidir puzzle'ı kalıcı olarak sabit tutması, rengini bozmaması, parlama yapmaması ve dış etkenlere karşı -toz, güneş ışığı gibi- koruyucu olması gerekmektedir. EDUCA'nın şişeleyip sattığı çok kaliteli bir yapıştırıcısı var üstelik miktar olarak bayağı tatmin edici boyutlarda ve kaliteli bir ürün. yalnız yanlış hatırlamıyorsam eğer 30 tl'ye yakın bir fiyatı var. EDUCA'nın bir de puzzle'larının içinden çıkan ve bazı yerlerde 5 tl gibi bir fiyata satılan toz yapıştırıcıları var ki bunlar hem ürünü mahfediyor hem de çok uğraştırıyor. toz halindeki ürünü suyla pişirmek ardından soğutmak ama donmadan da uygulamak. ki sonuçta hiç iç açıcı olmuyor. ne yapacağız o zaman illa 30 tl mi vereceğiz yapıştırıcıya? hayır efendim ben yine kendi kullandığım üründen bahsedeceğim bu noktada polisan puzzle yapıştırıcısı. ben aldığımda fiyatı 12-13 tl gibi bir şeydi diğeriyle neredeyse yarı yarıya hatta daha fazla fiyat farkı var ve fiyat/performans açısından ürün süper ötesi başarılı. süngerli başlığıyla kolayca uygulanıyor kesinlikle 4-5 saat içinde tamamen kurutup sabitliyor. yine de görünmez kazalara mahal vermemek ve işimizi garantiye almak için puzzle'ı yapıştırıp tamamen kuruttuktan sonra nazikçe ters çeviriyoruz ve kuvvetli bir koli bandıyla sadece arka yüzeyini önden ve yandan asla görünmeyecek, belli olmayacak şekilde boşluk kalmamacasına bantlıyoruz. işte taşla kaya kadar sağlam ve dayananıklı puzzle çerçevelenmek için hazır..

bu da altı aydır beni uğraştıran bin parçalık canavar..
çerçeve safhası en son ve en zahmetsiz kısım. puzzle'ı aldığınız gibi en yakın çerçeveciye görütürün ve gönlünüze göre bir çerçeve seçin özellikle puzzle'daki hakim tonla çerçevenin tonunun yakın olmasına özen gösterin. dikkat etmeniz gereken diğer hususta çerçevenin camıdır. genellikle klasik cam kullanılır ama aldanmayın 5 tl gibi bir farkla çerçevenizde mat cam kullanın. camın mat olması parlamayı en aza indirgiyerek estetik görünüme katkı sağlayacaktır. mat camla birlikte en ucuz çerçeve 500 parçalık bir puzzle için 30 tl'ye yapılmaktadır. tabii benim gibi cam taktırmamak da bir tercihtir çünkü puzzle dokusunun ön planda olması benim için daha önemlidir. camsız çerçeviyi yine 500 parçalık bir puzzle'a 15 ila 20 tl arası taktırabilirsiniz..

 sıfır bir EDUCA puzzle'ın görüntüsü.. yırtık pırtık, tahribat varsa doğruca iadeye..  kırmızı da bahsettiğim toz yapıştırıcı.. aman diyeyim efendim atın öylece..

sonuç olarak bu eğlenceli hobi için aklınızda hiçbir soru işareti kalmadığını umuyorum eğer atladığım bir yer varsa mutlaka bana bildirin benim anlatacaklarım bu kadar.. artık çerçeveciden alınca nereye asacağınıza da kendiniz karar verin bir zahmet :)

okuyan herkese teşekkürler.. yorumlarınızı esirgemeyin :)

27 Şubat 2014 Perşembe

EJDERİN TUTKUSU (WHAT A DRAGON SHOULD KNOW) - G. A. AIKEN


daha önce ejderin aşkı ve ejderin arzusu kitaplarını da okumuş ve yorumlamıştım. bütün kitaplar içindeki en sevdiğim hikaye, en sevdiğim karakterler açık ara annwyl ve fearghus.. bu kitapta da açıkçası fikrim değişmiş değil..

bu kitapların en sevdiğim yanı gitgide daha çok bir aile romanına dönüşmesi. kitabın aslında gwenvael'in hikayesini anlatması gerekiyordu ama esasında annwyl ve fearghus'un hikayesini anlatan bir kitaptı yine bu açıdan benim için çok güzeldi. bir yandan briec ve talaith gibi herkesin ne durumda olduğunu inceleyen olayları geliştiren bir kitaptı. sanki eski anıdıkları görmek gibi insanda güzel bir his bırakığını söylemek zor olmaz..

kitabın dili her zaman ki gibi akıcı, sürükleyeci ve diyaloglar oldukça eğlenceli o yüzden sadece ve sadece vakit öldürmek için bile tavsiye edebileceğim bir kitap. tabii eğer benim gibi fantastik yaraıklar olarak ejderhalardan hoşlanıyorsanız kitabı hatta seriyi seveceğinizi garanti ederim..

gwenvael'in ne kadar çapkın, uçanla kaçan modunda olduğunu zaten hepimiz biliyoruz o yüzden ben mutlaka gwenvael'in aşık olabileceği kadının seksi bir bedenden çok, çok ve çok daha fazla şeylere sahip olması, ön plana çıkması gerekiyordu ve öyle de oldu.. dagmar nam-ı diğer canavar kesinlikle zeki, entelektüel ve politik yeteneklere sahip, erkeklerin dünyasında sesini duyurabilmeyi başaran bir kadın..

aralarındaki aşk çok mu romantik? çok mu özel? bilmiyorum açıkçası bana o kadar da vazgeçilmez bir aşk gibi görünmedi hatta olsa da olur olmasa da olur diyebilirdim. o yüzden kitabı bana asıl sevdiren unsur melez bebekler ve diğer karakterlerin başlarına gelenler olduğunu söyleyebilirim bol bol aksiyonlu bir kitap.. bazı mitolojik yaratıklar ve tanrılar da kitaba dahil edilmiş kanlı annywl'i özleyenler için elbette hoş bir durum oldu..  mitolojik yaratıkların bazıları yunan mitolojisinden alınmıştı ama tanrılar yunan mitolojisiyle, olimposla ilgili değildi bir çok mit var dünya tarihinde mutlaka kültürlerden birinden esinlenilmiş olmalı..

kuzey insanlarının vahşi ve sert hayatı, ilkellikleri falan bana nedense game of thrones'u anımsattı kış tepesinde yaşayan insanların mizacı gibiydi halleri.. tabii bu kitaptaki güneyliler kötülükten akıllarını kaçırmış değiller.. son olarak belirtmeden geçemeyeceğim türkiye kapağı diğer bütün kapak tasarımlarından çok daha güzel zaten ephesus bu konuda oldukça kalbimi kazanmış durumda.. ejderin tutkusu kesinlikle eğlenceli, sıcak, tutkulu, romantik ve fantastik bir macera için okunması gerekenlerden.. vampirlere, kurt adamlara eşsiz bir alternatif..

keyifli okumalar..



24 Şubat 2014 Pazartesi

YANMIŞ KURBAN (BURNT OFFERINGS) - LAURELL K. HAMILTON


aslında serinin şu ana kadar ülkemizde yayınlanan tüm kitaplarını defalarca ve defalarca okumuş olmama rağmen burada yazmadan önce mutlaka bir kez daha okuyorum ki sizlere taze taze yazayım. ve inanır mısınız her defasında yine aynı zevk ve mutluluğa ulaşıyorum anita okurken.. 537 sayfalık kitabı sabah dokuz gibi başladım an itibari ile  bitti ve bir satır bile atlamadan zevkle okudum. hem de nasıl özlemişim var ya her bir beyin hücrem ayrı zevk aldı diyebilirim. midem için en sevdiğim tatlıyı veya yemeği yemek neyse, beynim için de anita okumak aynı etkiyi yaratıyor arkadaşlar, orgazmik bir lezzet..

bu kadar zevkli bu kadar sürükleyici bir seri gerçekten yok. sevgili Laurell K. Hamilton'a selamlarımı gönderiyorum böylesi bir hayal dünyası ve  karakterler için. ve yoruma geçiyoruz. minik spoiler olabilir ancak bu sizi engellemesin şeytan ve zevk ayrıntılarda gizlidir.

efendim serinin 7. kitabı "yanmış kurban" bu kitapta bolca jc ve richard var.. ilaveten aksiyon var. bir dakikası bile boş geçmiyor anita'nın. bu nedenledir ki harika bir kitap zaten.. anita acayip formunda yine gücünü kullanarak truimvirliğin -jc ve richard ile oluşturdukları üçlü güç koalisyonu- diğer iki üyesini koruyor. bu kitapta ilk kez asher ile tanışacağız. yani daha önce adı geçmişti bahsedilmişti bir önceki kitaplarda ama bu kitapta ilk defa reel olarak karşımıza çıkıyor. hem de büyük bir nefretle.  önceki kitapları okuyanlar hatırlayacaklar malum yıllar yıllar önce jc,asher ve juliana üçlü mutlu bir hayatları varmış. ta ki jc annesi ölüm döşeğindeyken onları bırakıp gidene kadar. o sırada kilise üyeleri juliana'yı cadı diye yakarak öldürmüşler, asher ise arındırılmak için kutsal sularla vücudu dağlanmış yara izleri berbat etmiş o güzel yüz ve vücudunu. asher jc'yi zamanında yetişemediği için hiç ama hiç affetmemiş. yüzyıllar geçmiş ama asher'ın kaybının acısı ve vücudundaki yara izlerinin etkisi geçmemiş. asher masmavi gözleri ve sapsarı uzun saçlarıyla çok çok ama çok yakışıklı tasvir edilmiş kitapta. neden mi bu kadar anlattım? çünkü asher benim için özel bir karakter onu çok seviyorum cidden.. jc ve asher ikisi de muhteşemler. neden bilmiyorum aynı etkiyi richard üzerimde asla yaratamıyor kendisi tam bir sıkıcılık abidesi kitabın büyükannesi. neyse efendim asher intikam ateşiyle yanarak konseyin kendisini kullanmasına ilk etapta izin verse de sonrasında durum değişir..

konsey -vampirlerin en yüksek kurulu üyeleri ve en güçlü kabus ölçüsünde herkesin tırstığı grup- st.louis'e izinsiz geliyorlar. jc'nin evi olan lanetliler sirki'ni ele geçirip işgal ediyorlar ve adamlarına da zarar veriyorlar. gelenlerin içinde  iki konsey üyesi var padma (hayvanların efendisi) ve gezgin (beden değiştirebiliyor). ikisi de çok güçlü vampirler. yvette çürüme ve çürütme özelliği olan bir vampir. başvampir değil sadece konseydeki efendilerden birini temsilen gelen bir dalkavuk. önceki kitapta anita'nın öldürdüğü çok çok yaşlı konsey üyesi vampir oliver'ın ölümü sonrasında onun yerini doldurmayan jc'nin yeni bir konsey oluşturarak eskisini bertaraf etmesinden korktuklarını gerekçe gösteriyorlar sözde ama tabi ki geliş nedenleri aslında jc,anita ve richard'ın kurduğu truimvirliğin gücünden çekinmeleri.

önceki kitaplarda leoparadamların alfası gabriel'i öldüren anita bu kitapta kendini leopar pardının Nimi-Ra'sı (leopar kraliçe) olarak bulacak. sorumluluk ve koruma kabiliyeti anita'ya sürekli puan kazandırıyor. anita bu kitapta cidden ön planda. şimdi diyeceksiniz ki e zaten esas kız normal değil mi? evet tabi ama her alanda ön planda mesela sürünün lupası olarak çok başarılı, jc'nin insan hizmetkarı olarak çok başarılı, gücünü kullanma konusunda çok başarılı yani cidden kitap iyi hissettiriyor.

arkadaşlığın önemini, lider olmanın getirdiği sorumlulukları gezgin'e hatırlatıyor anita ve olumlu yanıt alıyor. bir konsey üyesine bunları anlatmayı diğerleri düşünemiyorlar bile çünkü zaten çok korkuyorlar. jc dahil konseyden herkesin ödü kopuyor anita hariç -cehalet mutluluk getirir- o tamamen hepsini katledelim işimize bakalım modunda. bu kitapta polis işleri var, macera var, aksiyon var richard, j.c. ve asher var... kısacası  herkes ve herşey  var. tadından yenmiyor. okuyun sevgili dostlar. bu serinin her kitap tanıtımında yazdığım gibi tekrar ediyorum seriye baştan başlamanıza gerek yok. elinize geçen herhangi bir kitabından başlayın. konuyu anlar ve yakalarsınız. yazar sürekli flash back yaparak cehaletinizi alıyor. ben mesela seriye "mavi ay" - 8. kitaptan başladım. ve esiri oldum serinin. anita blake serisi benim için  çok özel. evimde tüm seri bulunmasına rağmen hala kitapçılara gittiğimde raflarda görürsem kitabın kapağını okşamaktan geri kalmıyorum. yani inanılmaz bir tutku diyebilirim. keyifli okumalar...

sevdiğim bölüm ve diyaloglar;

"bunca yıl boyunca neredeyse hiç topuklu ayakkabı ve elbise giymemiş olmama rağmen jean-claude, büyükannemin yirmi yılda öğretemediği şeyleri bana bir ayda öğretmişti."


jc - ne oldu ma petite?
anita - seni görünceye kadar kendimi çok şık hissediyordum. şimdi ise çirkin üvey kardeşlerden biriymişim gibi geliyor."

"son altı haftadır hiç kimseyi öldürmedim... kahretsin, neredeyse yedi oldu. köreliyorum..:"

"asher beni bir köşeye çekti, diğerleri de ilkokulda hikaye dinleyen çocuklar gibi etrafımızda toplanıp bir çember oluşturdu. asher beni sert bir şekilde kendine çekti, bir eli saçlarımın arasında, başımı kontrol ediyordu. ağzımı açmasaydım dudaklarımı morartacak kadar sert bir şekilde beni öptü. ben daha iyisini yapabilirdim. gözlerimi kapattım ve dilimi ağzının içine soktum. dilim sivri dişlerinin arasında dolaştı. bir yerimi kanatmadan vampirlere fransız öpücüğü vermekte mükemmeleşmiştim. görünüşe göre hakikaten çok iyiydim çünkü asher önce şaşkınlıkla geri çekildi. eğer onu tokatlasaydım bu kadar şaşırmazdı. hatta hiç şaşırmazdı çünkü tokat atmamı zaten bekliyordu."


20 Şubat 2014 Perşembe

TUTKULU NOTALAR (BACKSTAGE PASS) - OLIVIA CUNNING


ne yorum yazacağımı, yazabileceğimi gerçekten bilmiyorum çünkü kitaptan gerçekten nefret ettim. buna kitap demek roman demek zaten alacakaranlık'a hatta gri'nin elli tonu'na bile hakaret olur bu kitap bildiğiniz porno. ilk defa erotik diye okuduğumuz hiçbir romanın aslında erotik olmadığını fark ettim. dublin caddesi'ne erotik diyenler bu kitabı okusa diz çöküp tövbe eder affını ister öyle diyeyim.

konu ne derseniz konu seks. rockmış müzikmiş falan filan hepsi hikaye. bir rock star nedir? nasıl bir hayatı vardır? müzik aşkı nedir? çıkmazları, huzursuzlukları, mutsuzlukları nedir? müzik yaratabilme becerisi nasıl bir şeydir? şöhret nasıl bir yüktür? tanrı kompleksi nedir? alkol, uyuşturucu, rastgele seks insanda nasıl izler bırakır? bunların hiçbirine yorum yok, ucundan kıyısından değinilmemiş bile. bir de asıl karakterlerden biri psikolog olacak en ufak bir karakteter tahlili yok kitapta eğer kitaba kalsa müzik dediğinin hele ki rock müziğinin tek gayesi hatun hayranlar ve sevişilebilecek milyonlarca beden. üstelik azıcık yakışıklı olupta sahneye çıkan herkes kurt cobain oluyor betimlemede. yersen.. yazarın çiğliği ve sınırlı bilgisi karşımıza çıkıyor aslında burada yine harika bir konunun hiç edilmesi durumundan ibaret bu kitap..

bu kitabın nasıl çevrildiğini, basıldığını dağıtıldığını gerçekten bilmiyorum. hatta kitaba güzel diyen, erotik ateşli bir roman diyen arkadaşlara da çok şaşırıyorum nasıl bir yanlış yönlendirmedir bu anlamak mümkün değil. kitap resmen porno kitabın bütün karakterleri de sapkın.

eşcinsel ilişki, grup seks, sado-mazo yani ne ararsan var kitabın asıl karakteri brian bile tamamen heteroseksüel değil. benim için çok aşırı bir çokları için alenen sapkınlık olacak işlerin içindeler aynı zamanda alkolik ve uyuştucu bağımlısı olmaları cabası. bana ne ufacık bir katkısı oldu ne de eğlendirdi gerçekten 15 tl vermiştim kitaba bunun için üzülüyorum başka bir şey için değil zamanımı bile çalamadı çünkü kopyala yapıştır seks sahnelerini atlarsanız 400 küsür sayfalık kitap 2 saatte bitiveriyor..

kitapta seks, seks ve seks ve seks dışında bir de sapkın bir eski koca var güya. yani adamın sapkın olması gerekiyordu ama bence jeremy kitaptaki en normal karakterdi. asıl karekter olması gereken hanım kızımızı sürekli kendisini aldatmakla suçlayan ve fahişe olduğunu söyleyen eski kocası bana haklı göründü nedense.

kitapta bir tane normal adam olmaz mı? bir tane normal davranış? marjinalliğin b.kunu çıkartmak böyle bir şey olsa gerek. ayrıca argo kelime kullanınca aklıma geldi argodan irite olanlar varsa haber vereyim kitap küfür kafir gidiyor demedi demeyin. hiç ilişmeyin hiç okumayın. asıl pişmanlığım bir sahafta bulunca ikinci kitabını da almıştım serinin sert rock öyle duruyor.. erotik ve pornografik arasında ince ama çarpıcı bir fark var tıpkı cüretkarlık ve bayağılık arasındaki gibi. elim gider mi okur muyum okusam hayırlı bir yorum zarar mıyım bilmiyorum ama değişik zevkleriniz yoksa alınacak, alınabilecek bir kitap değil çok keyifsiz okudum ama yine de keyifli okumalar.

17 Şubat 2014 Pazartesi

SEÇİLMİŞ BEDENLER (CHOSEN) - DENISE GROVER SWANK


bugün size bahsedeceğim kitap tam da "ummadığın taş baş yarar" sözünü doğrulatacak türden bir kitap. arkadaşlar en az altı ay önce muhtemelen kapağını veya sırf adını beğendiğim için indirimden aldığım bir kitaptı. aylardır yüzüne de bakmamıştım. öylece okunmayı bekliyordu bir kenarda  ve benim canım sıkıldı, okuduğum kitabı yeni bitirmiştim, elim boştu.. kafamı dağıtacak bir şeyler arıyordum ki tesadüf bu kitap elime geçti.  yok böyle bir muhabbet soluksuz 35 sayfa okumuştum. saat olmuş gece 12 yarın iş güç var yatmam lazım. bıraktım tabi çaresiz ancak vapurda, otobüste elimden bırakmadan okudum.

yazarı tanımam,  ilk defa bir kitabını okuyorum. "the chosen" serisinin ilk kitabıymış. bir kaçış öyküsü olan bu roman için  paranormal türünün kesinlikle başarılı bir örneği diyebiliriz. ayrıca yazım dilini sevdim konu bir teviye gidiyor ancak tempoyu düşürmemeyi başarmış. kitabın sonunda serinin ikinci kitabı "hundet" bir bölüm yayınlanmış. neden başarısız olduğunu anlamak mümkün değil. belki başarısız da değildir ancak (ben başarısızımdır habersiz olduğum için) yani fantastik bu günlerde böylesine yok satarken... belki de tanıtımı tam olarak yapılamadı diye düşünüyorum. özellikle yetişkin fantastik türünde harika olabilir.

yan karakter kullanmadan sadece ana karakterlerle bir kitap bu kadar sürükleyici ve tempolu yazılabilir. evet spoiler vermeden çok kısa tanıtacağım size karakterleri şimdi. will paralı asker, parayı verenin tüm pisliklerini temizleyen, duygusuz, katışıksız orospu çocuğu taklidinde çok başarılı ancak yüreği temiz güzel insan.. bu şekilde yansıtmış yazar yapabileceğim bir şey yok. emma hayatının son üç yılını sürekli kötü adamlardan kaçarak geçiren ve kendini çocuğunu korumaya adamış bir anne. jake beş yaşında geleceği görme yetisi olan emma'nın oğlu.

ilgimi çeken başka bir şeyse yazar kesinlikle fiziksel tanımlamaya girmemiş. yani okuyucunun hayal dünyasına bırakmış biraz. sadece minik anektodlar var mesela emma'nın  kumral olduğundan söz etmiş ama başka hiçbir tasvir yok. will kirli sakallı veya saçı kısa traş edilmiş gibi. jake için meleklere benziyordu ifadesi kullanılmış. yazar sadece üç kişiyle bayağı aksiyonlu bir kitap yazmış. muhtemelen ikinci kitapta daha derinlemesine işliyor konuyu diye düşünüyorum. tabi bunlar varsayım bilemem.  aslında yazar çok iyi harmanlamış yani fantastiğin yanında aşk, macera, gerilim de var. birer nebze katmış hepsinden diyebiliriz.

kitabın başından sonuna kadar jake'nin babasının kim olduğunu merak ettim ve tanıyınca adamdan tiksindim. yani insan özel bir adam bekliyor -çok mu percy jackson okudum nedir- hani çocuk özel falan ya.. kitabın başında korunması gereken karekter jake gibi geliyor ancak aslında korunması gereken  emma. biraz ters köşeler var kitapta ama güzel, aksiyonu bol bir kitap. öneririm arkadaşlar pişman olmazsınız.



12 Şubat 2014 Çarşamba

MUHTEŞEM YÜZYIL (!)



şu an buraya her ne yazıyorsam bilin ki tamamen duygusal.. içim çekildi, böğrüme öküz oturdu, salya sümük ağlamak istiyorum hatta bir süre ağladım!

bu dizinin çekiliş amacı neydi gerçekten bilmiyorum ama  tek ve yegane başarısı osmanlı hanedanından tiksinmemizi sağlamak oldu. tarih okuyoruz, az buz çakıyoruz bu işlerden ve başladığı ilk günden beri bu dizi sürekli yanlış, çarpıtıcı, saçma oldu.. ısrarla süleyman'nın seks hayatını izlettirdiler, home-office kullandırıp bakkal yönettirir gibi üç kıta yönettirdiler..

bütün bu sapmaların ve yanlışların içinde gerçekten iktidarın vahşetini, saltanatın korkunçluğunu, bir yönetim biçimi olarak monarşinin ne kadar dehşetli ve kanlı olduğunu yansıtabilen sadece iki sahne oldu. ilki ibrahim'in katli ikincisiyse bu gece şehzade mustafa'nın katli..

gerçekte olayların nasıl olduğu çok kesin olmamakla birlikte şehzade mustafa'nın örnek, başarılı, cesur, dört dörtlük bir şehzade olduğu mutlak bir gerçek. hangi güç, hangi iktidar böyle bir evladın katline ferman verdirebilir? bu nasıl bir kendini bilmezlik, bu nasıl bir gözü dönmüşlüktür?

diziyi izleyenlere söylüyorum, çok mu dramatik geldi sizlere? inanamadınız mı? bu gösterilenlerin tamamı yumuşatılmış versiyondan ibaret.

ibrahim'in -yani süleyman'ın öz kız kardeşinin- çocuklarının da ibrahim gibi katledildiğini biliyor musunuz?

keman henüz bu son şekliyle icat edilmemişti..
şehzade mustafa'nın erkek çocuklarının da katledildiğini biliyor musunuz? mahidevran ve diğerlerinin sürgüne gönderildiğini, bir şehre yerleşemeyip sürekli göçebe yaşamak zorunda kaldığını biliyor musunuz?  mustafa'nın ölümünden sonra süleyman'ın mustafa'nın ailesini aç, açıkta bıraktığını ve onların ancak çevredekilerin yardımıyla hayatlarına devam ettiğini biliyor musunuz? o muhteşem süleyman'ın, o allah'ın yeryüzündeki gölgesinin ölümünün ardından tahta geçen selim'in mahidevran'a aylık tahsisat bağladığını biliyor musunuz? hürrem sultan'ın oğludur bunu yapan muhteşem olarak anılan süleyman yıllarca hasekisi olan kadına da ancak bu kadar sahip çıkmıştır işte.

bütün bunlar yetmezmiş gibi olağanca saygısızlık ve hadsizlikle şehzade mustada'nın cansız bedeni bir iran halısıyla otağının önüne atıldı. çoook muhteşem ve dahi çokk kanuni falan filan süleyman oğluna bir türbeyi bile çok gördü. süleyman'ın ölümünden iki yıl sonra türbesi II. selim tarafından yaptırıldı.. 

yani ortada gösterildiği gibi pişmanlıktan yıkılan bir adam yok, öfkesine kapılmış anlık bir şeyler yaşamış değil.. iktidar ve kişisel menfaat uğruna -tabii sorsanız devletin bekasından bahseder- adeta seri cinayetler işleyen bir sosyopat bahsettiğimiz.. zaten duraklama dönemi II. selim'le başlamış gibi görünse de aslında sultan süleyman'ın dolu aldığı hazineyi tam takır bıraktığı, gereksiz savaşlarla halkı ve orduyu yorduğu sonuç olarak bu duraklamayı tetikleyen asıl kişi olduğu söylenir. zaten ilk celali isyanları da sultan süleyman döneminde gerçekleşmiş ama merkezi otorite güçlü olduğundan hiçbir zorluk gösterilmeden bastırılmıştır.

o dönem hakkında edinilen en kısıtlı bilgide şehzade mustafa'nın katline sadece yeniçerinin değil halkında perişan olduğu, o dönem osmanlıdan doğan her üç çocuktan ikisinin adının mustafa olduğu belirtilmiştir. süper sultan süleyman bütün bunlar yetmezmiş gibi hürrem sultan'ın ölümünden sonra beyazıd'ı ve bütün erkek çocuklarını da öldürecek, taht için asla ama asla işe yaramayacak olan ayyaş selim'i rakipsiz bırakacaktır.

nereden bakılırsa bakılsın elde kalan, asla açıklanamayan benzersiz bir vahşetin ne ilk ne de son örneğidir bu. dizi de şehzade mehmed'i mahidevran öldürttü gibi lanse etselerde buna dair herhangi bir kanıt yok. çiçek'ten mi yoksa otağı'ya giren bir yılan ısırığından mı öldüğü bile kesin olarak bilinmiyor.. o yüzden mustafa'nın ölümü bir tür eşitlik, bir tür hak yerini buldu falan gibi bir durum olmuyor, olamaz, olmayacak..

bir insan ne için yaşar bunu sormalı belki de.. onuru için mi? şerefi için mi? ailesi için mi? ülkesi için mi? ne için?  ne yazık ki tarih sahnesindeki insanların tamamı güç için yaşar. bu hikayelerin tek başına bir kazananı yok ya da bir kaybedeni. herkes kaybediyor.

can dostunu ve damadını öldüren, iki oğluna ve torunlarına kıyan süleyman mı kazandı? yoksa beş çocuğundan sadece ikisini hayatta tutabilen ve oğlunun tahta bile çıktığını göremeden ölen hürrem mi?


biri osmanlı'yı karalama kampanyası yapmak isteseydi bundan daha iyisini yapamazdı ortadoğu ve daha bir çok yerde hatta bir kaç avrupa ülkesinde bile izlenen bir dizi osmanlı'yı kutsamaya çalışırken ancak bu kadar nefret edilesi kılabilirdi, çünkü kitaplardan okumak gibi olmuyor izlemek.. hangi altın, hangi kürk, hangi taht insanın ellerindeki evlat kanını silebilir ki?

tabii ortaçağ'ın hemen sonrasından bahsediyoruz, sanmayın ki bu durum sadece osmanlıya özgü. monarşi kötüdür, tek adam'lı yönetim kötüdür, kimse kimsenin kulu değildir ve olamaz.. yönetme yetkisi ilahi bir kaynaktan değil bizzat halktan gelir. bütün bunları tekrar ve tekrar anlatıyor bize bu olaylar.. yoksa bir adamın egoları uğruna daha nice canlar gider, tarihin akışı değişir..

bir kez daha görmüş olduk ki boşu boşuna dememişler, "bu dünya sultan süleyman'a bile kalmadı." diye. sultan süleyman bile kazık çakamamış işte..

11 Şubat 2014 Salı

ATEŞBÖCEĞİNİN ŞARKISI (FLY AWAY) - KRISTIN HANNAH


herkese merhaba, bu kitabı okuduğumdan beri sorguluyorum. bir kitap niçin okunur? şimdi eminim hepinizin farklı cevapları olacaktır. ben cevap verecek olursam; hoş zaman geçirmek, kafa dağıtmak, bulunduğum ortamdan (hayattan) çıkıp başka hayatlara dahil olmak. Bazen bilgilenmek, kendimi geliştirmek vs. bir dünya sebep sıralanabilir, değişken olabilir bugün eğlenmek için okuyorumdur yarın bilgilenmek için okurum mesela.

peki bir kitap niçin yazılır? bu soruyu da biraz önce bitirdiğim kitabın yani ateşböceğinin şarkısı adlı kitabın yazarı Kristin Hannah'a sormayı çok isterdim. sevgili yazar bu kitabı yazarken ki gayeniz neydi? niçin böyle bir kitap yazma gereği duydunuz? evet güçlü bir yazar gerçekten yazım dilini beğendim. akıcı, sıkmadan açık ve net anlatıyor. temposu yüksek ve cidden iyi kurgulamış.  flash backler çok iyi ancak konu gerçekten son derece sıradışı ve abartılı işlenmiş diyelim. yani dram üssü dram. sanırım uzun bir yorum olacağı şimdiden belli oldu :) spoilerde vereceğim bu yorumda kitapla ilgili illa ki okuyun diye bir derdim yok çünkü. 

kitaptaki en büyük eksiklik bir baş kahraman yok. daha doğrusu baş kahraman statüsündeki karakter ölü... evet  ölü olarak  ve flash backlerle ancak onunla olabiliyoruz. kate göğüs kanserinden hayatını kaybetmiş genç bir kadın.  neyse ki hastalık sürecine çok fazla girmemiş yazar fakat kate karakteri cenaze töreni sırasında, düğündeki dans ettikleri parçayı çalmasını istiyor. böyle garip istekleri var kadının çok acayip. düşünsenize cenaze töreninde johnny (kocası) üç çocuğuyla birlikte kilisede ve acayip kötüler, acısını belli etmemeye çalışan bir adam var ve kaybını daha kabul etmemişken düğündeki dans şarkıları çalıyor. ona böyle veda edebilir mi? sizlere soruyorum sevdiğiniz bir insana bu şekilde veda edilebilir misiniz? okurken koptum yani ağlattı evet.. sinir oldum aklıma geldiğinde bile ağladım bir süre yani o kadar etkiledi. 

tully en yakın arkadaşı kate'nin. kardeş gibiler otuz yıl boyunca bir aradalar ancak ne hikmetse kavga ediyorlar ve son iki yıl görüşmüyorlar. tully ünlü bir talk show programının sunucusu. ünlü bir tip yani.  johnny tully'nin otuz yıllık dostu ve kate'nin kocası. kate cenazesinin akşamında evde bir kutlama partisi istiyor ve partiyi de tully'nin neşelendirmesini vasiyet ediyor. yok böyle bir dünya ya. ve tully bütün bunları yapmaya çalışırken (cenaze evinde müzik açıp dans etmek) tabi ki johnny'nin tepkisini çekiyor. ve bütün bunların sevgili karısının isteği ve vasiyeti olduğundan habersiz tepkili.

tully'nin annesi dorothy tam bir alkolik ve uyuşturucu bağımlısı. kızına hiçbir zaman ilgi göstermemiş. tully'nin hayatta tek sahip olduğu şey işi. kate'nin hastalığı sırasında televizyon programını yüz üstü bırakıyor telefonlara bile cevap vermiyor ve kariyerini mahvediyor. bu kadar sorumsuz olunabilir mi? bu neyin kafası? sonra da köpek oluyor milletin kapısında iş için . hepimiz kayıplar yaşıyoruz hayatımızda ancak bu kitap dibe vurun kendinizi bitirin diyor resmen.

arkadaş bir tane aklı-selim insan yok kitapta. hepsi kafayı sıyırmış yeminle. kate öldü ruhuna el-fatiha. biriniz güçlü olun, biriniz dik durun diğerlerini toparlayın. yani bir kişi güçlü olsun karakter koysun ortaya. hepsinin duruşu bir kate'ye bağlıymış gibi hepiniz bu kadar zayıf ve güçsüz olmak zorunda mısınız? şimdi hepimiz yakınlarımızı kaybediyoruz neticede. kafayı yiyip hayat sona ermiş gibi davranamayız yani değil mi? ben çok abartılı buldum kitabı çok sorunlu tipler zaten hepsi. hikaye içinde hikaye daha doğrusu dram içinde dram var ama ne hikmetse kitabın sonunda herkes bir akıllı bir uslu, bir sevgi kelebeği yani insan düşünmeden edemiyor bütün bunlar yaşanmalı mıydı diye..

üstelik belirtmeden geçemeyeceğim ki ilaç kullanımına özendirme söz konusu. yani tully leblebi gibi kullanıyor ve tüm sorunlarından uzaklaştığını falan söylüyor. uyku ilacından yine markasıyla bahsediyor. bin kez hem de. değerli arkadaşlar bu tip ilaçlar ancak ve ancak doktor reçetesi ile çok gerekli olduğu takdirde dozajı çok dikkatli ayarlanarak kullanılır. burada yazıldığı gibi kafaya göre alınmaz. 

yazının başında sormuştum ya bir kitap niye okunur? diye. ben bu kitaptan hiçbir şey almadım arkadaşlar. ne keyif, ne kıssadan hisse, ne kafa dağıtma hiç biri yok sadece canımı sıktı diyebilirim.   okumasanız da olur büyük bir kayıp değil ama derseniz ki ben dram severim, okurum, hoşuma da gider.. o zaman tamam. bu kitap sizi besler doyurur ama gereksiz drama karşıysanız işiniz olmasın derim..

keyifli okumalar..


8 Şubat 2014 Cumartesi

GECE FISILTILARI (NIGHT WHISPERS) JUDITH McNAUGHT


judith mcnaught zaten tarihi aşk romanlarını çok sevdiğim bir kalem.. o yüzden bir iki kitabı hariç bütün kitaplarını okumuşumdur. gece fısıltıları'nı da ilk çıktığı zaman okumuş ve fazla beğenmemiştim. kitabı tekrar okumamın nedeni de hem blog'a yazısını yazmak hem de sevgili pinuccia'nın etkinliğindeki "okuma yazma öğrendiğiniz yıl ilk kez yayınlanmış bir kitap" kategorisini tamamlamak içindi.

kitaba geri dönersek bana göre orta şekerli bir kitaptı kötü değildi evet ama okumasanızda gerçekten hiçbir şey kaybetmezsiniz. kapağındaki gelinlikli kızdan ve yazardan yola çıkarak söylemem gerekiyor ki kitabın aslında bir aşk romanı olması gerekiyordu. ne yazık ki kitap polisiye ve romantik türlerinin kötü bir karışımından oluşuyor..

bir asıl kızımız var sloan ve bu kızımız bekar bir polis memuru ama bir asıl erkeğimiz yok. kitabın başında asıl erkek olarak FBI ajanı paul'u görüyorsunuz ama hemen sonrasında da sloan'ın çalışma arkadaşı polis memuru jess yürek eriten tavırlarıyla arz-ı endam ediyor ve hop acaba erkek karakter bu mu diye düşünüyorsunuz.. ne yazık ki ikisi de değil asıl erkek karakter, kapaktaki gelinlikli kızın müstakbel kocası sloan'ın kız kardeşinin sevgilisi noah. evet ben  şu an yazarken yoruldum inanın okurken de çok kolay değildi.. büyük bir karakter karmaşası ve sürekli değişen çeşit çeşit isim hiç peşimizi bırakmadı.

ben bu güne kadar romantik veya değil okuduğum bütün polisiyelerden FBI ajanlarının nahoş ve omurgasız insanlar olduğunu öğrendim. bu kitapta da durum farklı değil bir kasıntılıklar bir haller hareketler sürekli bir buluttan nem kapma durumu.

zaten ben bu paul denen elemanı kusursuz'da da hiç sevmemiştim hala hiç sevmiyorum, bu kadar idealist ve bunun üzerinden paranoyak insan bana gerçekten çok sevimsiz geliyor. zaten yazara bile sevimsiz gelmiş olacak ki iki kitabının ikisinde de yan karakter veya figüran olarak kullanmış karakteri.

kitap o kadar karışık ki spoiler vermek istesem kitap hakkında ayrı bir makale yazmam gerekir o  yüzden özet geçiyorum ki önce saf polisiye gibi başlayan sonraysa romantik polisiye olarak devam eden sıradan bir romandı ve bana etkinlikle kazandırdığı 30 puan dışında herhangi bir katkısı ne yazık ki olmadı..

kitap hem karakter çokluğundan müzdarip hem de baş karakter sıkıntısı çekmekte. itici veya sevimli üç tane çiftimiz var ve hiçbirinin aşkları olması gerektiğinin yarısı kadar ilgi çekici değil. kitabın sonu oldukça aceleye gelmiş ve gerçekten sayfalar mı eksik derecesinde yarım kalmıştı. kavga ettiler, nefret ettiler, sonra seni seviyorum diyerek noktaladılar.. kötülemek istemiyorum daha fazla ve aşağı yukarı fikrimi zaten anlatabildiğimi umarak bu yazıyı burada noktalıyorum..

herkese keyifli okumalar..






7 Şubat 2014 Cuma

DUBLIN CADDESİ (ON DUBLIN STREET)-SAMANTHA YOUNG


vayy, waaaooow, vuhuu hatta ve hatta hüloooğğ :)

gerçekten bildiğim bütün sevinme, şaşırma, bayılma, çok sevme ünlemlerini kullanmak istiyorum çünkü gerçekten kitabın aşığı oldum. yine okumak için çok geç kaldığım bir kitap oldu ve kendime çok kızgınım. niye daha evvel almazsın?

elbette yazılarımı uzun uzun okuyun ve dahi bol bol yorum yapın istiyorum fakat canlar benim size söyleyebileceğim çok fazla da bir şey yok bu kitap hakkında.  hala benim gibi okumamış olan varsa kitapçıların kapısını aşındırsın, internet satışlarını ağlatsın gerçekten çok, çok ve çok güzeldi.. o kadar güzeldi ve o kadar okunmasını istiyorum ki tek kelime spoiler vermeyeeğim gönül rahatlığıyla devam edebilirsiniz :)

bu kadar övdün, övdün olay ne derseniz olay valla olay çok süper :) iyice saçmalıyorum artıkın durun toparlayayım. bu kitap bir aşk romanı, ama fantastik değil zenginli roman. zaten ben erotik artı zenginli roman duyunca direk gözlerime grinin elli bin tonu üşüşüyor, içim kararıyor. git diyorum, git okumam seni! sonra da böylesi pişman oluyorum çünkü kitapta ne o "hayvanlar gibi zenginim, yaşasın herkesi ezebilirim." kafasında bir adam var, ne de "eziğim, salağım, sakarım, yemek de yiyemem ay bi milyoner buldum nasıl olduysa ahaha." tarzında artık benim gerçekten içimi bulandıran o asıl kadın karakter var. bu düz yolda yürüyemeyen mal kadının seksi, über falan olduğu algısı da hep o bella'dan çıktı ya.. alacağın olsun stephenie meyer!

erotik falan deniyor kitap hakkında dex plus olarak basılması nedeniyle ben hemen size bildiriyorum yok öyle bir dünya. kitap bildiğin salt aşk romanı. cinsellik içermiyor mu? elbette içeriyor fakat asla böyle irite edecek düzeyde "yemeyelim, içmeyelim, konuşmayalım, gülüşmeyelim haydiin yatağa" gibi bir durum yok. öyle bir durum olsa en çok ben hazetmem çünkü kitaplarda erotizm de dozunda kullanılmalı diye düşünenlerdenim ben. bir de diğer bloglarda, şurada burada bir "anlaşma yapma" hikayesi var deniliyor ama bu kesinlikle enteresanlığın elli tonundaki gibi kağıtlı, belgeli, imzalı bir anlaşma değil tamamen zor kadın ayakları yapan hatunu tavlamaya yönelik bir taktik.

kitabı almadan önce ön okumasını okumuştum ilk bölümde adamla tanışmaları bile olaydı zaten onun üstüne yana yakıla aldım kitabı.. bazı kitap çok duygusal olur, sizin bütün romantik duygularınızı tatmin eder mesela judith böyle kitaplar yazar, kimi kitaplarsa size farklı fantazi dünyaları açar erotik içeriğe sizi doyurur anita blake olabilir mesala buna örnek ya da kimi kitaplarda aradaki zekice diyaloglarla, akıcı üslüpla, güldürerek, mutlu ederek kendisine sizi hayran bırakır ki lux serisi de buna yine iyi bir örnektir..

bunları neden mi anlatıyorum? çünkü bu kitapta herşeye sahip oluyor, herşeye doyuyorsunuz ve bence bu çok büyük olay.. gabriel'in cehennemi kitabına gabriel gibi bir adama öldüm, bittim, yamuldum ben eyvallah ama o kadar romantiklerdi ki insanda hadi biraz aksiyon be kardeşim hissini bırakıyordu.. gri ağa zati işi gücü belli, adam bir dur allasen hissini veriyordu..  dublin caddesi tam bir altın oran içinde..

normalde yan karakterlerden sıkılırım ben.. isterim ki aşk romanları az karakterli olsun sürekli romantikli sahneler olsun falan. bu kitapta jocelyn'ın psikoloğundan braden'ın  aile bireylerine, kadar binbir karakter vardı kitabın içinde hatta ve hatta braden'ın kız kardeşinin aşkı buluşunu bile okudum arkadan arkaya ama bana mısın demedi. bir tek satır atlamadan, bir cümle kaçırmadan okuduğum bir kitap oldu..

kısacası ben her haliyle çok sevdim, espirili anlatımdan diyaloglara, karakterlerden tutun da işlenen konuya gerçekten tamamen kalbimi kazandı yazar ve eser. şu an ilk işim yazarın çevrilen veya çevrilecek başka bir kitabı var mı diye bakmak olacak hatta hemen çeviri için yayınevini taciz edebilirim.. gerçekten samimiyetle hemen okuyun derim..

son olarak bu yayın blog'umdaki 100. yayın olacak ve 100. yayınım böylesi sevdiğim bir kitap olduğu içinde ayrıca çok mutluyum.. daha bir yıl olmadan 100 yayın yapmak.. gerçekten blog'u ve sizleri seviyorum karınca gibi çalışıyorum efendim okumak, okumak ve daha çok okumak kitap aşkına!

bir de size hem iyi hem kötü sayılabilecek ufak bir haber vereyim.. bir süre çekiliş yapmayacağım.. taa ki blog'umun birinci yaşına kadar. iyi haberse birinci yaş çekilişi gerçekten ama gerçekten güzel hediyeler barındıran şanına yaraşır bir paket olacak kitap ağırlıklı tabii :)

keyifli okumalar..


4 Şubat 2014 Salı

OPAL (OPAL) - JENNIFER L. ARMENTROUT


luxen  serisinin üçüncü kitabı opal ile şimdi de karşınızdayım. efendim kitabı yeni bitirmiş ve taze taze yazan bir yorumcu olarak şunu söyleyebilirim ki; güzeldi.. evet serinin en iyi kitabı değil belki ama yine de iyiydi. bence serinin en iyi kitabı ilk kitaptı. ilk kitapta karakterleri tanırken daha keyifli zaman geçirmiştim sanırım. ikinci kitapta caty'nin tavırları son derece can sıkıcıydı ki sonuçları ağır olmuştu. 

efendim bu kitapta katy biraz daha akıllı davranarak en azından daemon ile ilişkisini, bu ilişkinin düzeyini kabullenmiş durumda. sevgilisine karşı bir parça güven tesis etmiş vaziyette. yine de bir şeyleri saklama eğiliminden vazgeçmemiş ama en azından kabul edilebilir seviyelerde. ve kızın sürekli kendine ezik deyişi de başka bir ilginç ayrıntı. devamlı kendini ezikler mi bir insan? nihayet bu kitapta daemon ile birlikte oluyorlar. bunu bile ash onu ezikleyecek falan diye mi yapıyor diye düşünüyorum. bazı diyaloglar geçiyor da öncesinde kızla aralarında.

ikinci kitapta daemon'un üçüzü dawson kurtulmuş ve evine dönmüştü. ancak bu beyefendi kendi kurtulduğuna şükretmek yerine sevgilisini kurtarmak için çılgınca şeyler yapıyor. sevgilisi beth sd'nin elinde tutsak kalmıştı hatırlarsanız. daemon sürekli bekçilik ediyor, yapma etme, bak bu çok tehlikeli vs. vız geliyor tırıs geçiyor adam beth'i kafaya takmış çıkaracak oradan. kolaydı sanki.. neyse en sonunda yine katy (iyilik timsali) biz sana yardım edeceğiz ama bize biraz zaman ver hep birlikte yapalım bu işi falan diyor. dawson'da çok olumlu karşılıyor bunu ve dizginleniyor. tam da bu noktada bakın ne oluyor?

biliyorsunuz ikinci kitapta blake denilen katil ve şerefsiz herifi son derece aptalca sebeplerle (o gün çok ölüm olmuş vs.) öldürmemişlerdi. güle güle göndermişlerdi adamı cidden ya. sebebi üçüncü kitabın tamamının bu şerefsizin üzerine kurulu olmasıymış. evet adam geri geliyor ve sizi sd'ye gammazlarım, katy'yi kafese tıktırırım istediklerimi yapacaksınız diyerek bizim ekibi son derece tehlikeli bir duruma sürüklüyor. kendi bağlı bulunduğu luxen arkadaşını kurtarmak için bizimkileri bal gibi kullanıyor. yani sd'nin tesisine gizlice girerek kendi arkadaşını ve tabi dawson'un da sevgili beth'ini kurtarmak için hep birlikte gizlice tesise girmeye kalkışıyorlar. 

bu arada dee tabi ki katy'ye acayip tepkiliydi adam'ın ölümünden çok katiline gösterilen tolerans yüzünden. bence haklıydı da. ama üçüncü kitapta bu karakterin lazım olduğunu nereden bilsin  değil mi? dee ile caty eskisi gibi olmasa da bir parça yakınlaşıyorlar. 

ikinci kitapta tanıştığımız oniks tabi ki onları bekliyor. hem de gaz haliyle... yanıyor kavruluyorlar ilk denemeleri büyük bir başarısızlık ancak ikinci denemelerinde tutsakları kurtarıyorlar. ama ne pahasına? yeterince spoiler verdim zaten bari sonunu söylemeyeyim ancak gerçekten en olmayacak şey oluyor. yani sinir oldum diyebilirim. 

daha bir çok olay, bir çok ayrıntı var ama okumanızı tavsiye ederim. yine de eklemeden geçemem şu öldürmek-vicdan azabı olayı inanılmaz rahatsız ediyor beni. nedir yani anlamak mümkün değil sanki öldürdüğünü keyfinden öldürüyorsun. ölmek ya da öldürmek arasında kaldığında seçim çok basit olmalı. biz buna anita blake jargonunda "richard sendromu" diyoruz yapmayın, etmeyin sinir oluyorum. fazla vicdan cidden bayıyor yani ayrıca anita candır ya niye yeni kitabı çıkmıyor ki zaten onun? neyse kısaca okunacak hoş bir seri ki söylemeden geçemeyeceğim dördüncü kitap gerçekten çılgın atıyor bütün bu aksaklıkları bir çırpıda unutturuyor tavsiye ederim :)

keyifli okumalar..

2 Şubat 2014 Pazar

SIMSICAK (SIZZLE) - JULIE GARWOOD


kitabı biraz evvel bitirdim ve hemen koşup yorum yazmak istedim. doğrusu çokta bir şey yazabileceğimden emin değilim çünkü kitabı alenen beğenmedim. bu aralar ne oluyor anlamak mümkün değil nedense sürekli kötü kitaplarla muhattap oluyorum..

julie garwood aslında sevdiğim bir yazar tarihi aşk romanlarını da çoğunlukla çok güzel kotarıyor. içimdeki iskoç sevgisine katkısı oldukça büyüktür ama benim içimdeki asıl iskoç sevgisi braveheart'tan (cesur yürek) gelir gerçekten ne filmdi ya. öyle bir liste de yapmalıyım en çarpıcı filmler falan :)

neyse, neyse yine kendimi kaptırıp konuyu dağıtmayalım konu sımsıcak'tı. kitap günümüzde geçiyor ama gerçekten ortaçağ karakterini kopyala yapıştır yapmışlar.. ben kitabı o kadar beğenmedim o kadar beğenmedim ki gerçekten sanki "param bitti, bir kitap yazayım, hem iskoç hem FBI çok havalı!!" falan gibi bir kafayla yazılmıştı kitap. gerçekten yazarın diğer kitaplarına göre çok amatör, dağınık ve sıkıcıydı atladığım bölümler falan oldu. sonradan geri döndüm güzel bir şey kaçırmış mıyım falan diye ama yok o kadar sıkıcıydı ki tekrar okumadan bıraktım.

kitapta romantizm yok. tatlı-sert bir büyükanne, safdil bir kız, paragöz ailesi ve işte bir grup kötü adam. sam'a gelirsek ki hiç uygun değildi bence o isim bir iskoç asilzadesine sam ne yani? köpeklerine de veriyorlar amerikalılar o ismi neden sam daha karizmatik bir şey olamaz mıydı ki? sam winchester'a da selam ederim, dean'inimiz amin :)

kitapta azıcık etkileyici olan tek şey sam'di işte über yakışıklı, süper cesur, otorite temsilcisi, aksanlı falan feşmekan bir adam. eyvallah ama bu adam,  insan üstü bu adam, bu tanrının boş zamanına denk getirip yarattığı adam neden -bana göre- sevmediği bir kadınla evliymiş ki? bir aşk romanındaki adam "aşk adamı" olmalı.. iyi huylu, munis bir kadınla evlenmiş sonrada o ölünce hobaa ateşli aşkını buluyor falan olmamalı. insanlar çoğunlukla önemsemez ama birinin hayatında eskiden de olsa yer eden birine değer vermesi çok önemlidir.. evli olması madem kitaba bir ayrıntı, bir espri katmayacaktı niye dul bu adam? yani lyra ile karısını kıyaslasa, lyra'ya olan hislerinden kendini suçlu hissetse ne bileyim hiç değilse karısının anısına aşık olan bir adam olsa da lyra'yı sam'i çözerken, özgür kılarken görsek? gerçi hoş bir ayrıntı olarak sam'in başka bir julie gaarwood kitabında asıl adam olan alec kincaid'in soyundan gelmesi çok güzeldi :)
Alec Kincaid'
Alec Kincaid

bilmiyorum belki de ben kitaplardan fazla şey bekliyorum ama güzel de yazılabiliyor bu hikayeler, bu konular.. FBI ajanıyla onun korumasına muhtaç naif kadın hikayesi zaten öyle özgün falan da değil ki bari güzel, ayrıntılı ve kusursuz işlensin ki bir şeye benzesin değil mi? türkiyede aynı konulu bir dizi, film çekilse yerden yere vurulur "ıyy iğrenç, pis klişe" diye.  ee ama yine klişe, hala klişe. açalım the bodyguard izleyelim de kevin costner görsün gözlerimiz, gözümüz gönlümüz açılsın di mi?

kısacası olmamış, oldurulamamış bir kitaptı. sonu falan öyle aceleye gelmiş ki ne bir evlenme teklifi var, ne bir düğün var, ne birlikçe geçirdikleri duygusal bir an.. kim kime ne ara aşık oldu anlamadım sadece birinin tipi güzel diye aşık olunuyorsa gerçekten çok işimiz var..  seni seviyorum deyişleri şöyle özetlenmiş seks, seks, seks.. ve birbirlerini sevdiklerini söylediler.. seks, seks, seks.. kitaplara verilen paralara çok nadiren acırım ben ama bu gerçekten o fiyat etiketini haketmiyordu. daha çok keyif alarak okuduğum harlequin kitapları bile oldu. yani sahafta satılan 1.5 tl etiketli 112 sayfa kitaplar onlar :)

yine de herkese keyifli okumalar :)

Alec Kincaid'
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...