17 Eylül 2015 Perşembe

EN GÜZEL HEDİYEM - JULIE GARWOOD


Kapağını gördüğüm anda aşık olduğum bir romanı nihayet okuma fırsatı buldum ve açıkça söylemeliyim ki kitap beni zerrece hayal kırıklığına uğratmadı. Liseli kızlar gibi beş dakikada bir kikir ederek, her satırını severek okudum. Beklediğimden çok daha güzeldi bile diyebilirim.

Konusundan biraz bahsetmem gerekirse Leydi Sara ve  St. James Markizi düşman ailelerin çocuklarıdır. Kral düşman aileleri birleştirmek için iki ailenin küçük yaştaki çocukları arasında bir nikay kıyar. Ve anlaşmayı bozan taraf kim olursa diğer tarafa kraliyet arazileri verileceğini buyurur. Böylece iki aile de değerli arazilerden vazgeçip evliliği bozamaz.

İkili bu olaydan sonra birbirlerini on dört yıl boyunca görmez. On dört yılın sonunda aralarındaki anlaşmanın süresi bitmek üzereyken St. James Markizi gelinini almak için yola koyulur. En son dört yaşındayken gördüğü sarışın çocuk aradan geçen ondört yılda onsekiz yaşında harika bir genç kadına dönüşmüştür.

Söylemem gerekirse kitap inanılmaz bir romantizm ihtiva ediyor. Çok fazla gereksiz karakter yok ve kitabın çoğu bir gemide geçtiği için çiftimiz sürekli başbaşa. Sara öyle harika bir kadın ki insan gerçekten herkesin ona aşık olabileceğini düşünüyor kitabı okurken. Yüzünüzde sürekli bir gülümseme oluyor ve kendinizi kahkaha atarken buluyorsunuz. Kitap için yapılabilecek en iyi ve kısa tanım kesinlikle; nüktedan.

Kitabın erotizm düzeyi yüksek ama asla ve asla erotik roman sınıfına girmiyor. Sınıfına girmemesini bırakın yanından bile geçmiyor. Erotizm düzeyi gayet kusursuz. Çiftlerin davranışları yaşadıkları devre oldukça uygun. Özellikle St. James Markizi yani nam-ı diğer Pagan tam bir fantazi ürünü. Kaslı, yakışıklı, vahşi, sahiplenici, tutkulu, dürüst yani saymakla bitiremiyorum. Günümüzde bir adamda ne yoksa bu adamda o var. Okurken aşık olabileceğiniz sayılı karakterlerden.

Julie Garwood kitaplarını zaten severim ama inanın ki bu okuduğum en güzel romanı olabilir. Blog'ta yazmasam da Gelin adlı kitabını da bayağı sevdiğimi söyleyebilirim. Bu kitabın bana göre tek eksik yanı vardı. Bir elli sayfa daha yazılmalıydı. Yani mutlu bir sonu var, klasik ve tahmin edilebileceği gibi ama bana yeterli gelmedi. Galiba biraz daha mutluluklarını okumayı isterdim. Doyamadım sanırım romantizme. Yine de kitaba olan sevgim zerrece azalmış değil. Kısaca türünün sevenlerine, bütün kadınlara tavsiye edebileceğim bir kitap kendisi.

Herkese Keyifli Okumalar...


16 Eylül 2015 Çarşamba

HIRÇIN SEVGİLİM - NICOLA CORNICK


Historical herkesin sevdiği bir roman türü, erotik romanlar içinde aynısı geçerli ama Hırçın Sevgilim için bunların hiçbiri geçerli değil. Erotikleşme akımının en çok yakışmadığı kitaplar tarihi olanlar olsa gerek. O yüzden bu kitap benim için inanılmaz hayal kırıklığı oldu.

Ne yazacağımı bile bilemiyorum, toparlayamıyorum. Kitabın herhangi bir konusu yok. Konusu olmadığı gibi olay örgüsü de yok. İnsan bir şeyler bekliyor ama anlatımı, betimlemeleri her şey sıkıntı. Kimin bakış açısından hangi karakterin ağzından anlatıldığı bile belli olmayan, inanamadığım bir metindi.

Karakter davranışlarının sebebi ve sonucu yok. Mantıklı hiçbir şey ve gerçekçi hiçbir tepki yok. Dönem kitabı olarak ayrı bir rezaletti. Hiç kimsenin dönemi itibariyle yapamayacağı şeyleri, hatta şu gün bile yapamayacağı şeyleri yapıp duran ana karakterler vardı. Bütün bunları da sadece sevişerek çözümleyiveriyorlardı. Cidden kitabın yazarı kendine ait fantastik bir evrende yaşıyor olsa gerek.

Adam gibi tarihi aşk romanları okumak isteyenlere daimi tavsiyem Judith McNaught ve Julie Garwood gibi isimler. Cidden onların yazdığı kitaplar nerede, son zamanlarda basılan erotik kitap furyasını kaçırmayalım diye saçmalayıp duran kitaplar nerede. Türün sevenlerini bile türden soğutabilecek bu kitaplardansa eski kitapları açıp açıp okumayı tercih ederim. 

Kimseye tavsiye etmiyorum, edemiyorum. Atlayarak okumama rağmen sıkıldım ve bitiremedim. Buna rağmen sonunu merak bile etmiyorum. Erotizm desen saçma sapan, aşk desen hak getire, konu desen dağa kaçmış, dağ nerde? Yanıp bitip kül olmuş. Vakit kaybı.

Herkese Keyifli Okumalar...

12 Eylül 2015 Cumartesi

MASUMİYETİN İÇİN SAVAŞ - TESS GERRITSEN


Bugünlerde Tess okumaktan bir hal oldum arkadaşlar. Cidden çok seviyorum ve cep boy birkaç tane kitabını bulunca abandım. Malum cep boy çantada taşımak çok daha kolay oluyor. Şöyle ifade etmem sanırım yerinde olur, bir başyapıt değildi ancak kendini okuttu. Klasik bir Tess romanı ama mesela bir Çırak değil veya bir Siliniş değil.

Miranda küçük bir adada bir gazetede çalışmaktadır ve gazetenin sahibi Richard ile bir gönül ilişkisi vardır. Miranda hatasını anlamış ve Richard ile ayrılmıştır. Hatta işinden de istifa etmiş adadan ayrılmaya hazırlanmaktadır. İstifasını sunduğu günün akşamı Richard  Miranda'yı arar ve evine geleceğini söyler. Miranda onu görmek istememektedir tüm itirazlarına rağmen yüzüne telefon kapanır. On dakika sonra kapının çalacağı gerçeğiyle yüzleşmek istemeyen Miranda evden kaçarcasına çıkar ve sahile gider. Eve döndüğünde Richard'ın onu bulamayınca gitmiş olacağını düşünür. Ama işler düşündüğü gibi gitmeyecektir. 

Eve döndüğünde kapı açıktır ve Miranda'nın yatağında Richard çırılçıplak ve göğsü deşilmiş yatmaktadır. Orası küçük bir adadır ve herkes zaten ikisinin arasındaki ilişkiyi bilmektedir. Bunun aşk cinayeti olduğunu düşünür herkes. Gerçekte bu cinayet kim tarafından ve neden işlenmiştir? Kitap boyunca bu soruların yanıtını arıyoruz.

Evelyn Richard'ın dul eşi  ve ikizlerin annesi. Evet Richard'ı ikiz ve neredeyse yetişkin çocukları var. Kadın gayet tabi ki  Miranda'dan nefret ediyor. Kocasının hayatına giren kadınların zaten haddi hesabı yok dolayısı ile kocasını da çok sevdiği söylenemez. Bu bir kıskançlık cinayeti miydi?

Chese şehre abisinin ölüm haberini aldıktan sonra geliyor. Richard Tremain'in erkek  kardeşi Chese. Tremain ailesinden afaroz edilmiş bir nevi. Bunu Cristine ile yaptığı evliliğe bağlıyorlar ilk etapta, ama sonradan üvey kardeş olduğu ortaya çıkıyor. O bir Tremain değil yani teknik olarak. Yazar beni biraz güldürdü bu noktada. Abisinin katiline ve dahi sevgilisine aşık olma cüretini gösteriyor. Kadının masumiyeti tamam da yine de biraz midesizlik var bu işte gibi geliyor bana. Yani biz doğuda  ölen abisinin eşi ile evlenenleri eleştiriyoruz da bu neyin nesi? Herkesin özel hayatı kendine ama bu biraz ters bana göre.

Chese karakteri biraz pasif, bir türlü güven duymayı beceremeyen, asla baskın olmayan bir karakter yani pek sevmedim açıkçası kendisini. Bu kadar basiretsiz olmamalı bir adam. Yani bir kadınla yatıyorsan ertesi sabah pişman olmamalısın. Kararının arkasında durabilmeli diye düşünüyorum. Bir kadınla geceyi geçirecek seviyede yakınlık kurduysan her anlamda sahiplenmeli ve geri adım atmamalı. En azından belli etme ulan pişmanlığını bu kadar. Yani karakter kitabın son sayfasına kadar kendini toparlayamadı diyebiliriz. Son sayfada ufak bir atraksiyon yaptı neyse ki...

Güzel bir kitap diyebiliriz. Özellikle türünün sevenleri için zevkli zaman geçirtebilecek bir kitap. Yine ters köşeler var yani tahminlerinizin ötesinde bir sonuç ile karşı karşıya geliyorsunuz. Herkesten biraz şüpheleniyorsunuz. 

Herkese Keyifli Okumalar...

10 Eylül 2015 Perşembe

DEAN WINCHESTER/EFSANE TV KARAKTERLERİ #2


Selamlar, daha önce Supernatural dizisiyle ilgili bir yazı yayınlamıştım ama bu sefer ki yazı bir diziye adanmış değil. Bütün övgülerimiz ve hayranlığımız tek bir kişiye. Karşımızda Dean Winchester. Kendisi aramızda "Dean'imiz amin." olarak da bilinir herhalde gelmiş geçmiş en sevilen tv karakteri olabilir.

Yazının bol bol spoiler içereceğini şimdiden söylüyorum. O yüzden diziyi hala izlememiş bir çılgın varsa koşarak ilk sezonun ilk bölümüne kitlensin derim. Evet, sanırım başlayabiliriz. Supernatural adından da anlaşılabileceği üzere doğaüstü varlıkları konu alan bir dizi. İlk bölümden itibaren şeytanlar, kötü ruhlar etrafımızı sarıyor ve bütün bunların ortasında tek bir şey var o da Winchester ailesi. Diziyi izleyen herkes bilecektir ama ben yine de özet geçiyorum. Dean ve Sam'in annesi büyük bir şeytan tarafından katledilince babaları intikam almak ve kendilerini korumak için doğastü yaratıkları avlamaya başlar. Evlatlarını da bu şekilde avcı olarak yetiştirir ki aslında sağ kalmalarının tek yolu budur.

Daha ilk bölümden görürüz ki Dean adamın dibidir. Babası kayıptır ve vefalı bir evlat olarak her şeyini onu bulmak için ortaya koyar. Sam ise bu sırada üniversite planlarını düşünmekte ve babasının canlı olup olmamasıyla ilgilenmemektedir. İnsan gerçekten hayret ediyor. Bu Sam'in ilk kansızlığı olsa da inanın ki son kansızlığı değil. Diziyi izleyenler bilir zavallı Dean'imizin ömrü bu Sam olacak sersemin arkasını toplamakla geçer.

Sezonlar ilerledikçe hikaye daha da yerine oturur ve derinleşir. Babalarını bulana kadar başlarına gelenler Sam ve Dean ikilisini yakınlaştırsa da Sam asla ailesinin yanında kalacak yüreğe sahip değildir. Dean adeta ailesini birarada tutan güç rolündedir. Bu kadar stres yüzünden kendisini hamburgere vurduğu sık sık görülmüştür. Biraz çapkın olduğunu da eklemezsem olmaz ama inanın sahneler izlemeye değer. Karakterin efsaneliği bir yana Jensen Ackles yakışıklılığı diye bir gerçek olduğunu inkar edemeyiz.

Dean gerçek anlamıyla bir hayal ürünü, bir fantazi ürünüdür. Özellikle ilk sezonlarda kusursuz, zaafsız, korkusuz bir kahraman gibidir. Sam'in yaptığı türlü çeşit pisliğin yanında insanın gözünde büyür durur. Depresif bir karakter olsada aslında çok eğlencelidir. Arabasının ve klasik rock müziğinin bağımlısıdır. Sezonlarca süründükten sonra nihayet aradığı sevgi, dostluk ve kardeşlik bağını Castiel'de bulur.

Castiel için resmen ayrı bir yazı yazmak gerek Dean adamın dibiyse, Castiel adamlığın hammaddesidir. O derece ki Sam ikisinin arasındaki ilişkiyi çatlarcasına kıskanmaktadır. Zaten Sam o kadar bir halta yaramaz bir adamdır ki Dean onun yüzünden ruhunu şeytana satmak zorunda kalır. O cehennem köpeklerinin Dean'i sürükleyerek götürüşü hala aklımdadır. 10 sezondur Sam denilen elemanda hiç hayırlı gelişme olmaz mı? Yok umutsuz vaka.

Dean'in belki de en hayran olunası yanı ailesine verdiği önemdir. Herkes vazgeçtiğinde bile, her şey kaybedilmiş gibi göründüğünde bile, Sam olacak serseri kendini Lucifer'a saksı gibi teslim ettiğinde bile asla vazgeçmemiştir. Özellikle sezon sonlarındaki duygusal konuşmalarıyla kendisi bol bol içimi eritir. Fakat aksi gibi de her türlü melanet bir türlü Dean'in yakasını bırakmaz. Sürekli kendimi şu çocuk azıcık mutlu olsun diye hayıflanırken buluyorum. Sam'in kansızlığı öyle büyük noktalardaki Dean'e yaptıklarından bahsetmeye bir türlü son veremiyorum. "Abim ölünce şeytan kanı içmece keyfiiii!!" diye gezen bir mal kendisi. 


Son olarak belirtmek istediğim şu ki. Son sezonda olanlar hiç Dean'in yapacağı işler değil. Bütün karaktere, duruşuna ve geçmişine ters. Yok Kabil'in mührü, yok şeytan oldu falan bunları bir kalem geçeceksiniz. Dean'e bunları yapmayacaktınız. O konuda senaristlere bende çok kırgınım. Ayrıca Castiel'in hali de içimi yakmıyor değil. Yani sevgili okuyucularım. Ben önümüzdeki sezonu dört gözle bekliyorum. Dean Winchester gibi ayaklı bir efsaneyle dee hemen tanışmanızı öneriyorum.

Herkese Keyifli Seyirler...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...