5 Eylül 2021 Pazar

SİYAH SÜT - ELİF ŞAFAK


Bugün size bahsedeceğim kitap aslında tamamen bir kadın hikayesi ve anne olmayan kadınların ya da erkeklerin anlayamayacağı bir ruh haliyle ilgili. Doğum sonrası depresyonu. İnsanlar için br kırmızı çizgi olsa da bu bir gerçek ve kadınların büyük çoğunluğunu etkiliyor. 

İnsanların bu konuya yanlış bir bakış açısı takındıklarını düşünüyorum. Sürekli bize öğretilen kutsal annelik kavramı aslında kadınların en büyük kabusu oluyor. Zamanla bu evlatların da kabusu haline geliyor. Anneliğin kutsallığı dayatması kadına insan olma hakkını kaybettin sen artık yalnızca annesin demekle eşdeğer gibi. Öyle büyütülen bir sorumluluk ki kişinin benlik algısı tamamen kırılıyor. Kendi kişiliğini yok edip sadece "anne" olarak kalması isteniyor.

Sonuç olarak bu muhteşem "insanüstü" beklentiler ve bir bebeğin bakımının her bakımdan zor olması doğum sonrası depresyonuna davetiye çıkarıyor. Bu durumun hazır olmakla veya çocuk isteyip istememekle alakalı bir durum da değil çünkü insan o deneyimi gerçekten yaşamadan neye "hazır olduğunu" tam olarak kestiremeyebiliyor. Elif Şafak bu romanında tam da bu konuya parmak basmaya çalışıyor. 

Yarattığı kadın karakterin bölünmüş iç sesleri ve bölünmüş kişiliği kendisinin farklı bir versiyonu olarak sürekli karşısına çıkıyor ve onun içindeki "kişiliklerin" çatışmasını bize yansıtıyor. Aslında kadın olmak annelikten daha büyük bir sıfat ve annelik kadınlığın sadece bir parçası. Ne yazık ki kitabın bu konuyu işleyiş şeklini çok içime sindiremedim. Kitabı okuduğum sürenin tamamı boyunca bir olmamışlık hissettim. Karmaşık akış sebebiyle sık sık okuduğum metinden koptuğum oldu. O yüzden kitabın bu kadar önemli bir konuyu ele alış biçimi beni hayal kırıklığına uğrattı diyebilirim. Daha açık, daha sert, daha gerçekçi bir üslupla karşılaşmayı dilerdim. 

Yine de bu kitabı anneler veya anne olmayı düşününler kesinlikle okumalı. Bu metin hakkındaki kararını kendisi vermeli çünkü çocuk sahibi olma fikriyle ilgili insanları " özellikle" bunu düşünen veya bu durumu yaşayan kadınları gerçekten etkileyeceğine inanıyorum. Erkeklere gelirsek eşlerinin ikilemlerini, çıkmazlarını anlamak ve onunla empati yapmak isteyen erkeklerin de bu kitabı okuması her bakımdan faydalı olacaktır. 

Herkese Keyifli Okumalar... 

18 Ocak 2021 Pazartesi

STEFAN ZWEIG - AY IŞIĞI SOKAĞI

Stefan Zweig beni her seferinde şaşırtmayı başarıyor. Aslında eserlerini yazdığı tarihi düşününce böylesine insan hikayesi, ikili ilişki hikayesi anlatabilmek çok muazzam bir olgu. Aslında Ay Işığı sokağı oldukça kısa bir öykü hatta bir saat içinde okunabiliyor. Hikaye o kadar güzel akıyor ve betimlemelerle sizi içine çekiyor ki keyifle sürükleniyorsunuz. 

Kitabın ana karakteri aslında sadece olaylara şahitlik eden bir anlatıcı. Hikaye ise yolculuğu sırasında tanıştığı insanlarla ilgili. Aşk hikayesi olarak başlayan anlatım aslında yok eden bir bencilliğin, sefalete sürükleyen bir takıntının anlatısı. 

Sanırım en ilginç yanı günümüzde de hala böyle insanların varolduğunu bilmek. Özellikle kadına uygulanan baskı ve şiddetin sadece fiziksel olamayacağını, ekonomik şiddetin, kibir ve açgözlülüğün insana her şeyini kaybettirebileceğini anlatan bir ibret kesiti aslında bu. Erkekler, onların kibirleri ve bunun akıl almaz dehşet verici sonuçları diyebiliriz. Size hikayeyi anlatmak istemiyorum çünkü okurken anlayabileceğiniz bir şey yazarın anlattıkları, etkilenmeniz ve hissetmeniz gereken. 

Kadın cinayetlerinin kol gezdiği ülkemizde erkeklerin hastalıklı histerilerine yakından bakabilmek için kafa karıştırıcı, incitici bir öykü bu. Bir insana sahip olma arzusuyla kendini de karşısındaki insanı da tüketen gerçek bir hastalık hali. 

Her şey o kadar gerçek ki belki de bir trajediye engel olabilecek asıl kahramanımız, kendini tanıştığı kişilerden oldukça elit ve kibar görse de özünde aynı tanıştığı adam gibi bencil bir korkak. Aslında o kadar bizim gibi ki, bu aynaya bakıyormuş hissi midenize bir yumruk gibi çöküyor. Muhakkak tavsiye ediyorum. 

Herkese Keyifli Okumalar... 




6 Nisan 2020 Pazartesi

TİYATRO YORUMLARI 4#: ERKEK ARKADAŞIM BİR FEMİNİST


Merhabalar bugün size yine bir tiyatro gösterisinden bahsedeceğim. Daha önce Aşk GeçmişimAlevli Günler ve Suit: Düğün Dündü Bugün Bugün adlı oyunlar hakkında yazmıştım. Üzerilerine tıklayarak linklere ulaşabilirsiniz. Açıkçası yazmaktan keyif aldığım konulardan biri oldu bu tiyatro yorumları çünkü pek yapılmayan ve faydalı bir içerik olduğuna inanıyorum.

Şimdi oyuna geri dönersek ben bu oyuna en çok oyuncu kadrosu için gitmek istedim. Gonca Vuslateri ve Fırat Tanış ikilisi benim oyunculuklarına hayran olduğum bir ikili ve aslında oyun boyunca ikisinin performansı da muhteşemdi. Beklentimi kesinlikle karşıladılar ve canlandırdıkları bütün karakterlerin adeta kendisi oluverdiler. Trump'a izlediğim için biraz Trump Sahnesinden bahsetmek lazım. Havalandırmayla ilgili hiçbir problemi yok, aşırı büyük ya da küçük bir salon değil, giriş çıkışları nispeten sıkıntısız. Bu manada lokasyonunu da göz önüne alırsak kesinlikle Trump Sahne tercih edilebilir seçeneklerden biri olacaktır.

Oyuna gelirsek konusu adından da anlaşılabileceği üzere kadın-erkek ilişkileri ve genel toplumun kadın-erkek rollerinin kritiği. Elbette ataerkiye karşı eleştirel bir tutumu olacağı barizdi fakat çok göze sokulmuştu. Neredeyse mesaj kaygısız tek bir sahne bile yoktu. Bu da seyir keyfini birazcık düşürdü. Çünkü eğlenmek için geldiğim bir oyunda bu kadar erkek düşmanı bir tutum bir kadın olarak beni bile rahatsız etti.

Kadın haklarına saygılı erkek modelini pısırık, işbilmez, ne istediğini bilmez, yetersiz bir adam olarak tasvir etmeleri beni iten detaylardan biri oldu. Aynı şekilde sert, maskülen, güçlü erkeklerden hoşlanan kadın prototipi de yerin dibine sokulmuştu. Sürekli yanlış seçimler yapan ve onu kullanan erkeklere müsade eden kişiliksiz, kararsız, dengesiz bir kadın olarak resmedilmişti. Oysa iki duruma da katılmıyorum ve kadınların/erkeklerin birbirinden doğaları gereği bazı farklar taşıdıklarını kabul edebiliyorum. Bu benden bir şey eksiltmiyor ya da beni zayıf kılmıyor.

Aşka dair, cinselliğe dair yerli yersiz saptamalar bütünü olan bu oyun beni ara sıra tebessüm dahi ettiremedi. Özellikle benim hikayenin içine girmemi engelleyen kısım çok fazla karakter içeren bir oyunun iki kişiyle oynanmasıydı. Aynı ikili hem esas kızı/erkeği hem onların ailesini hem de eski partnerlerini canlandırıyordu ve sık sık kostüm değişimi gerektiğinden bu değişimler sahnede şovun bir parçasıymış gibi sunularak gerçekleştiriliyordu. Bu da beni zihinsel olarak yordu ve kendimi hikayenin içinde hissetmemi engelledi.

Böyle bir oyun en az 6 altı oyuncu isterdi ve bunu sağlamak da çok bir şey değildi. Aynı zamanda senaryo sadece türkçeye çevrilmiş ama herhangi bir uyarlama yapılmamış. Çünkü karakterlerden birinin annesi "Hippi" diye tabir ettiğimiz barış yanlısı gruptan ve bizim ülkede böyle bir kuşak olmadığı için çok havada kalıyor yine bu bağlamda. Kısacası benim için bu oyun küçük bir hayalkırıklığı oldu ve çok daha iyi bir oyuna gidebilirdim diye düşündürttü. Yine de...

İzlemek isteyen herkese iyi seyirler diliyorum...


24 Mart 2020 Salı

TİYATRO YORUMLARI #3: SUİT DÜĞÜN DÜNDÜ BUGÜN BUGÜN


Selamlar olsun arkadaşlar yazılarımıza tiyatro yorumlarıyla devam ediyoruz. Yazı dizisinin ilk incelemesi Alevli Günler için tıktıklayabilirsiniz veyahut Suit - Düğün Dündü Bugün Bugün hakkındaki fikirlerimi okumaya devam edebilirsiniz. Tamamen size kalmış.

Oyun hakkındaki fikirlerimden bahsetmeden evvel size biraz bilgi vermek istiyorum. Öncelikle ne yaparsanız yapın oyunu Profilo Kültür Merkezinde izlemeyin. Büyük salon dedikleri salon o kadar küçük, dar ve sıkışık ki resmen klostrofobik bir deneyim yaşamak zorunda kalıyorsunuz. Havalandırma sorunu üst seviyede, sıcaktan bayılacak gibi olduk. Bunları pişman olmamak amacıyla aklınızda bulundurun.

Oyundan biraz bahsetmemiz gerekirse, kadrosunda ünlü ya da usta denecek bir oyuncu yok. Fakat hikayenin esas kahramanı, sadakatsiz damadı canlandıran Ümit Kantarcılar fecii şekilde yetenekli ve yakışıklıydı. Seyir zevkini de tek başına ikiye katlamaktaydı. Mimikleri ve ani tepkileri çok yerindeydi. Ben oyunu sezon başında hatta yaz sezonunda izlemiştim. Şu an kardoya başka isimler dahil olmuş ve mevcut kadrodan -Ümit Kantarcılar gibi- kopmalar olmuş. Yeni gelen arkadaşların performansını bilemiyorum ama ilk haliyle ekip çok canlı ve hevesliydi.

Konusuna gelirsek çooook klişe bir komedi. Çok fazla bir şey bekleyerek gitmemek lazım sadece güleceğim, eğleneceğim, kafamı dağıtacağım motivasyonuyla giderseniz çok keyif alırsınız. Bu oyuna giderken amacım yüksek kahkahalar boğulmaktı ve oyun bu anlamda beklentimi tamamen karşıladı. Çok eğlenceli, amerikan pastası tarzında bir eğlence evet ama eğlence. Gülme garantili. Tabii şu konuda sizi uyarmam lazım, bir sadakatsizlik üzerine kurulu olduğu için kimin eli kimin cebinde belli değil yani bu oyunu izlerken her türlü etik kaygıyı bir tarafa bırakmanız gerekiyor, yoksa keyif alamazsınız. Oldukça yozlaşmış insanların başına gelebilecek günlük bir olay gözüyle değerlendirip işin komedisine odaklanmalısınız. Son bir detay vermek gerekirse cinsiyetçi esprilere hazırlıklı olun ve sinirlenmeyin. İlk bir iki tanesinde cinsiyetçi söylemlerden rahatsız olsam da bütün salonun kahkahalara boğulması benim de duygu durumumu dağıttı. Çünkü kahkaha bulaşıcı bir şeydir ve komedi en iyi şekilde grup izleyicisiyle ifade edilir diyorum.

Ve izlemek isteyen herkese iyi seyirler diliyorum...


16 Ocak 2020 Perşembe

TİYATRO YORUMLARI #2: AŞK GEÇMİŞİM


Merhabalar bugün size bahsedeceğim oyuna çooook büyük bir hevesle gittiğim doğrudur ve bu hevesimin karşılığını bulabildim mi? Açıkçası evet! Ezel dizisinden Converse'li katili bilenleriniz olacaktır. Harika bir karakter oyuncusu olan Temmuz nam-ı diğer Rıza Kocaoğlu'nu tiyatro sahnesinde izlemek beni bu oyuna gitmek konusunda en çok heveslendiren unsurdu. Şebnem Bozoklu'yu da sevdiğimi belirtmeden geçemeyeceğim. Ve bu ikiliyi izlemenin inanılmaz bir keyif olacağını düşündüm.

Öncelikle Uniq Hall'de yapılan gösterimden bahsetmek istiyorum. Uniq kompleks olarak muazzam alkollü/alkolsüz mekanları, sahneleri, açık hava gösterileriyle İstanbul'a artı değer katan merkezlerden birini oluşturuyor. Ulaşımı sıkıntısız arabayla inanılmaz pratik ama toplu taşıma sorarsanız o da gayet mümkün lokasyonu itibariyle. Mekanın en büyük artısı çook çeşitli içecek servisi yapılması ki bu çeşitlere alkollü içecekler de dahil. Esasında biramızı alıp oyunumuzu izlemek çok keyifli olabilirdi ama araçla geldiğimiz için böyle bir tercihte bulunmadık. Salondan biraz bahsetmek gerekirse iki kapısı ana salona, iki kapısı balkona açılan dört kapılı sistemiyle nispeten de olsa rahat bir giriş çıkışı vardı. Bu konudaki en büyük sorun oyun başlamasına 1-2 dakika kalıncaya kadar insanları kapıda bekletmeleri ve salona almamaları oldu. Bu yüzden aslında yeterli bir düzene sahip olmasına rağmen minik bir izdiham yaşanabiliyor. Havalandırma sıkıntısı olmadığını söyleyebilirim. O konuda endişeli olmayın ama şu detayı belirtmem lazım diz mesafesi çok kısa. Perde arasında sigaraya veya WC'ye gitmek için yerinizden kalkmak istediğinizde koridora çıkmak büyük bir mücadele gerektiriyor.


Şimdi oyuna dönersek... Bu oyun bir çok açıdan çok değişik ve kaliteliydi. Öncelikle oyuncu performansları mükemmeldi. Şebnem Bozoklu ve Rıza Kocaoğlu son derece dinamik, enerjisi yüksek ve seni de oyunun içine çeken harika bir performans sergiledi. Salonun büyüklüğü sebebiyle mikrofon kullanılıyordu fakat akustik konusunda hiçbir sıkıntı yaşanmadı. Diyaloglar esnasında ses tertemiz akıp giderken müzikler girdiğinde yine kulağı tırmalamayacak mükemmel bir ayardaydı. Sahne düzeninden ayrıca bahsetmek gerek. Bütün oyun boyunca sahnede kurulan iki katlı bir dekorun üzerinde ev-ofis-bar ortamı canlandırıldı. Bu da sahne geçişlerindeki hızı arttırdığı için seyircinin bir anlık bile olsa oyundan kopmasına izin vermeyen müthiş bir artı değerdi. Tasarlayan kişiyi gerçekten tebrik etmek istiyorum.

Oyunun konusuna gelirsek kadın-erkek ilişkilerine eleştirel bir bakış açısı getirdiğini söylemek zor olmaz ama bu ifade aklınıza feminist söylemler getirmesin. Aslında oyun boyunca bir çok cinsiyetçi ifade kullanıldı ama bunların hepsi yaşanan hikayenin içinde olması gerektiği şekilde ve dozdaydı. Mizah yönü kuvvetliydi ama kahkaha tufanı yaratacak gibi de değildi. Daha çok yaptığı tespitler ve karakterlerin yaşadığı sosyal durumların aynısını biz de yaşadığımız için empati sonucu bir durum komikliği oluşturuyordu. Oyuncular aynı zamanda bir dış ses mantığıyla olayların anlatıcısı pozisyonundaydı ve bu da kurguya öyle güzel yedirilmişti ki esas mizah unsurlarını bu yorumlar oluşturuyordu bile denebilir. Kadın ve erkeğin olaylara ve durumlara bakış açılarının ne kadar farklı olduğunu, aslında insanların geçmişi güzellemeye her zaman daha meyilli olduğunu ve bu güzellemenin gerçek olmadığını, sırtımızdaki duygusal yüklerin karakterimiz üzerindeki etkilerini, ve günümüz ilişki prototipini irdeleyen, inceleyen ve eleştiren harika bir işti. Bu sezon muhakkak görülmesi gereken bir oyun olduğu çok açık.

O yüzden şimdiden izleyecek herkese keyifli seyirler diliyorum...



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...