18 Ağustos 2018 Cumartesi

PAULO COELHO - ŞEYTAN VE GENÇ KADIN


Bugün Paulo Coelho'nun değerli eserlerinden biri olan Şeytan ve Genç Kadın'ı sizlere tanıtmaya çalışacağım. Aslında eminim sizlerin çoğu bu kitabı çoktan okumuştur. Eğer durum böyleyse sizlerin de yorumlarını almak isterim, düşündüğünüzü paylaşmanızdan mutluluk duyarım. Bu kitap için söyleyeceğim ilk şey son derece etkileyici bir anlatıma sahip olduğu. Betimlemeleri çok yoğun olmasa da çıkarımları çok iyi olan bir kitap. Yazar bunları herkesin anlayabileceği yalın bir üslup kullanarak okuyucuya aktarmış.

Chantal Bescos köyünde otelin barında çalışarak hayatını kazanan genç bir kadındır. Bescos denilen yerde artık gençler kalmamış hatta öyle ki köyde çocuk bile bulunmuyor. Burası sadece yaşlı insanların yaşadığı sıkıcı bir köy haline gelmiştir. Avcılık geleneğine sahip oldukları için turistik bir bölge olarak zaman zaman ziyaretçileri olsa da bu durum köyü canlandırmaya oldukça uzak.

Ana karakterimiz Chantal'sa oradan kurtulmayı her şeyden çok istemektedir ancak o bir öksüzdür. Yani yeterli imkanları hatta hayal kurmaktan başka hiçbir şeyi yoktur oradan ayrılabilmek için. Bir gün köye gelen gizemli bir yabancı Chantal aracılığıyla tüm köy halkına bir teklif sunar. Bu teklife tabii ki hiç kimse kayıtsız kalmayacaktır. İşte bu noktada iyilikle kötülüğün savaşı başlamış olur.

Kitapta anlatılmak istenen ana konu insanın özünde iyilik olduğu kadar,  kötülüğün de  varolması ve kötülükle iyiliğin birbirimden bağımsız düşünülemeyeceği. Yani bir insan iyi ve kötü olabilir. Durum, yer, zaman ve mekan gibi değişkenler vardır ama insan aynı insandır. 

Bu arada tabii ki farklı çıkarımlar edinilebilir. Örneğin; bize yapılan vaatlere nasıl inanmak eğiliminde olduğumuz gibi... Hiç sorgulamadan 'Neden? Nasıl? Niçin?' sorularına yanıt aramaksızın bize sunulan, daha doğrusu vaat edilen şeylere nasıl inanarak kitlendiğimiz ve onlara ulaşmak için neler yapabileceğimiz hakkıda çıplak bir anlatım. Bu manada oldukça çarpıcı ve cesur.

Çok fazla bir şey yazmak istemiyorum. Cidden her bireyin kütüphanesinde olması gereken ve okunması gereken bir kitap olduğunu açıkça belirtmek isterim. Çok değerli öğretiler içeriyor, kesinlikle bana çok şey kattığına inanıyorum. Sizlere de okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

Çok beğendiğim ve etkilendiğim üç bölümü sizlerle paylaşmak isterim. Aslında inanın tüm kitaptan müthiş etkilendim ama okuyanlarınız zaten beni anlayacaklardır. Okumayan arkadaşlar varsa aramızda lütfen okuyunuz.

Herkese Keyifli Okumalar...



Sayfa/47
"Son Akşam Yemeği" adlı tabloyu yapmayı düşündüğünde  Leonardo da Vinci büyük bir güçlükle karşılaştı. İyi'yi İsa'nın bedeninde, Kötü'yü de İsa'nın arkadaşı Yahuda'nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı. Tabloyu yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı.
Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında korodakilerden birinin  İsa tasvirine çok uygun düştüğünü fark etti. Onu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi.
 Aradan üç yıl geçti. "Son Akşam Yemeği" portresi neredeyse tamamlanmıştı, ancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı. Leonardo'nun çalıştığı kilisenin kardinali, tabloyu bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı.
Günlerce aradıktan sonra vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu, paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı. Leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa, doğruca kiliseye taşımalarını söyledi, çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı.
Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden sıyrılmış olan berduş gözlerini açtı ve duvardaki resmi gördü. Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle deki:
-Ben bu tabloyu daha önce gördüm!
- Ne zaman? diye sordu Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı.
-Üç yıl önce, elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni İsa'nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti.


Sayfa53/ikinci paragraf
İyi yürekli adam rolü oynamak, yalnızca hayata tavır almaktan korkanlara özgü bir şeydi. İnsanın kendinin iyi olduğuna inanması, başkalarına karşı çıkmaktan ve haklarını savunmak için savaşmaktan çok daha kolaydır. Kendinden daha güçlü biriyle savaşmak için cesaret toplamaktansa bir hakareti sessizce kabullenmek de çok daha kolaydır. Üzerimize atılan taş bize isabet etmemiş gibi yapabiliriz ama geceleri odamızda yalnız kaldığımızda, odamızı paylaştığımız, karımız, kocamız ya da okul arkadaşımız uykuya daldığında korkaklığımıza sessizce ağlarız.


Sayfa 57/58
Ahab bir akşam dostlarını akşam yemeğine çağırıp onlara yumuşacık bir et kızartmak istemiş. Ama birden tuzu kalmadığını fark etmiş. Oğlunu yanına çağırmış.
-Köye git de tuz al. Ama gerçek bedelini öde. Ne daha az ne de daha fazla.
Oğlu şaşırmış.
-Fazla ödememem gerektiğini anlıyorum baba, ama pazarlık edebileceksem neden paradan biraz tasarruf etmeyeyim ki?
-Büyük kentlerde böyle yapabilirsin. Ama bizimki gibi bir köyde bu çok çirkin bir şey olur.
Oğlan başka soru sormayıp gitmiş. Bu konuşmaya tanık olan konuklar oğlanın tuzu neden daha ucuza almaması gerektiğini öğrenmek istemişler;Ahab da bunun üzerine;
-Tuzu ucuza satanın acilen paraya ihtiyacı var demektir. Bu durumdan yararlanan kişi, birşey üretmek için alnından ter akıtarak çalışmış olan adama saygısızlık etmiş olur. 
-Ama bir tutam tuzun  köye ne zararı olabilir ki?
-Dünya kurulduğunda haksızlık da bir tutamdı. Ama her yeni kuşak, ne önemi olur diye düşünerek biraz daha üstüne ekledi, görün bakın şimdi ne durumdayız.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...