1 Mart 2015 Pazar

YOKYER - NEIL GAIMAN


Bir Neil Gaiman şahaseriyle daha karşınızdayım. Size bugün bahsedeceğim kitap İthaki Yayınlarından çıkan Yokyer. Yazarın daha önce Yolun Sonundaki Okyanus adlı kitabını okumuştum ve inanılmaz beğenmiştim. Yokyer'i de bu kitabı okuduktan çok kısa bir süre sonra almıştım ama okuması ancak şimdiye kaldı.

Gaiman kendi alanında inanılmaz bir usta. Kelime oyunları, cümleleri, betimlemeleri ve benzetmeleri okuduğunuz her şeyden farklı. Sıkıcı ve bayık aşk hikayelerindeki o tek düzelikten sonra Gaiman kitaplarındaki parlak zeka insanın resmen zihnini tazeliyor. Bu kitap için yetişkinlere özel masallar demek hiç de zor olmaz doğrusu. Sanırım bu Gaiman güzellemesinden sonra kitaba ve kitabın yorumuna geçebilirim.

Kitaptan kısaca bahsetmek gerekirse kitap İngiltere'de geçiyor. Bir kaç arkadaşı ve nişanlısı Jessica dışında hiç kimsesi olmayan Richard'ın İngiltere'de sıradan bir dairede, sıradan bir ofiste, sıradan bir hayatta bunalmış ve sıkılmış bir hali var. Sanki Richard 21. yüzyılın hızına ve karmaşasına doğuştan uyum sağlayamamış gibi.

Bütün bu durum Richard'ın nişanlısıyla birlikte gideceği önemli bir yemek öncesinde yolda yaralı bir genç kız görmesiyle birlikte tamamen değişir. Aslında o konuda Jessica'ya çok kırgınım. Yani gerçekten modern Londra'lıların da o kadar zalim olabileceğini düşünmek istemiyorum.

Richard yaralı kıza Jessica'ya rağmen yardım eder ve Door'u alıp küçük dairesine götürür. Bundan sonra her şey çığrından çıkıverir. Door iyileşip Richard'ın hayatını terk etse de sorun şudur ki hayatı da Richard'ı terk etmiştir. Dairesi başkasına kiralanmış, ofisindeki masası yok olmuş, arkadaşları onu unutmuş, nişanlısıysa adını bile hatırlamıyor. Bu durumda hayatına, bildiği hayata veda eden Richard her şeyi düzeltmesi için Door'u bulmaya karar verir ve yeni dünyasına, artık sahip olduğu Aşağı Londra'ya ilk adımlarını atar.

Gaiman her zaman ki hayal gücünü ve yaratıcılığını kullanıp Londra'nın aşağısında yeni bir dünya oluşturmuş. Zannerederim ki Londra'nın gelişmiş metro sisteminden ilham alarak baronluklarla yönetilen, ortaçağda takılmış, sihir, büyü ve fantastik yaratıklarla çevrelenmiş bir şehir hayal etmiş. Kitabı okumayan birine anlatmak gerçekten imkansız bu yüzden mutlaka ama mutlaka okumanızı tasiye ediyorum.

Hikayede bir sürü kilit isim ve bu kilit isimlerin hepsinin bakış açısı mevcut. Kötü adamlardan tutun da -ki burada gerçekten kötü adamlardan bahsediyorum- yaşlı bir pazar satıcısına kadar herkesin kitapta boşluğu doldurulamaz bir yeri var. Bu muhteşem kurgu insanı öylesine kendine çekiyor ki ister istemez kitabı soluksuz okuyorsunuz.

Kitaba dair tek eleştirim - bu eğer eleştiri sayılabilirse- hikayenin sonunda çok fazla ucu açık alan olması. Yani sanki ikinci bir kitabı yazar yazmak istiyor, buna niyetliymiş gibi bir çok soru işareti kitabı bitirdiğinizde hala cevapsız kalıyor. Gerçi yanlış anlamayın Richar açısından, aslında istedikleri ve sahip olduklarıyla ilgili kesin ve çarpıcı bir finali var. İnsanı gülümsetmeyi de ihmal etmiyor ama yarım kalan yerlerle de koca bir kitap daha yazılabileceğine şahsen eminim. Her şeye rağmen kesinlikle tavsiye ediyor ve çok beğendiğimi tekrar ediyorum.

Herkese Keyifli Okumalar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...